Umutsuzluk Değil Öfke
1 Mayıs’ı geride bıraktık. Tam kapanma adı verilen tiyatroda, milyonlarca emekçi çalışmaya devam ediyor. “Tam kapanma”da kapsam dışı kalıp çarkını döndürmek isteyen patronların işi çok kolay oldu. Zaten 42 maddelik “istisna” ile herkesi çalışır halde tutan AKP’nin gözünden kaçmış kimi işler için de patronlar İçişleri Bakanlığının kapısını aşındırıp izni koparıyor. Adana Demirspor kulübünün “tam kapanmada” tribünlere taraftar doldurduğu gün bir vatandaş, tek başına denize girdiği için para cezası yedi. Kayırma ve torpil zaten her köşe başında ama bu kadarını göze soka soka yapmak kelimenin tam manasıyla halkla, aklımızla alay etmek.
Turizm Parası için Her Şey Mubah
AKP’nin tam kapanma dediği bu garip sürecin pandeminin hızını kesmek değil, turizme yönelik bir imaj operasyonundan ibaret olduğunu herkes görüyor. Dövizlerin suyunu çektiği, Merkez Bankasının eksi 43,2 milyar dolara düştüğü derin kriz ortamında Türkiye’nin acilen döviz bulması şart çünkü Türkiye'nin kısa vadeli dış borcu 140 milyar dolar. Bunların bir yıl içinde ödenmesi gerekiyor. Bu da Erdoğan’ın, gözünü karartıp tüm baskı mekanizmalarını devreye sokarak hızlı bir çıkış için gereken tedbirleri devreye sokmasına neden oldu.
Amaç salt turistlerin gelmesi olunca sosyal destek sağlanması da çarkların durması da zaten konu dahilinde değerlendirilmedi. Muhtemeldir ki kapanma sürecinde de vakaların hızlı şekilde düştüğü propagandası ile Erdoğan’ın hedef olarak önüne koyduğu günlük 5 bin vakanın altına “düşmüş gibi yapılacak.” Aşı olmadan geçen bu süreçte bir de pek çok ülkeden gelen turist için PCR testi zorunluluğu kalktı. Yani düşünün; aşılanmış olma şartı konacağına test olma koşulu bile kaldırıldı. Geçen sene de hatırlayalım, Salgın nedeniyle temmuz ayı sonuna ertelenen üniversite sınavı, turizm şirketlerinin isteğiyle bir ay öne çekilmişti.
Niyet, daha fazla açık edilemezdi.
İki gün içinde 7 yurttaş yaşamına son verdi. Borçlar, yarından umudunu kesmek, işsizlik, çaresizlik bir halkın en büyük celladıdır. Bu celladın kemikli elini halkın boğazına sardıranlar tüm bu ölümlerin baş sorumlusu. Derin bir sosyal yıkım yaşanıyor. Türkiye Cumhuriyeti tarihinin en yüksek işsizlik sayısına ulaştık. Eğitim sistemi zaten çöküş içindeyken uzaktan eğitim rezaleti, kayıp kuşaklar gerçeğini karşımıza dikti. Restoran ve kafe sektöründe iflaslar %25’e dayandı. Bizim bildiklerimizi elbette iktidar da biliyor. IMF’nin yayınladığı, ülkelerin GSYH’lerine göre pandemi destek ve harcamalarının oranlarına ilişkin raporda Türkiye, yüzde 1,9 oran ile en az yardımı yapan ülkeler arasında yerini aldı.
AKP bile isteye halkı açlığa ve derin yoksullaşmaya mahkum etti. Üstelik bu ekonomik ve sosyal yıkımın toparlanması ve çeşitli düzen muhalefeti seslerinin iddia ettiği gibi bir “normalleşme” halka hiçbir şey vaat etmiyor. AKP’nin azılı patron düzeninden farklı hiçbir şey önermiyorlar.
Ücretlerin düşük olması, hepsinin işine geliyor. TÜSİAD ve emperyalizmle kol kola girmiş bu zatlar, AKP’nin kör göze parmak arsızlığını perde arkasında yapmayı ve sermaye için daha öngörülebilir ve işleyen bir siyasi atmosfer vaat ediyorlar.
Özelleştirmeler, sendikasızlaştırma, toplumu örgütsüz ve sessiz kılma vazifelerinde hepsi ortaktır. Bu durumdan hepsi de memnunlar. Bugünkü AK elitlerin nobranlığı ve aşırı keyfi yönetim dışında şikayet ettikleri bir durum yok. Bu nedenle emekçiler, kadınlar, gençler eğer bu karanlık tablodan çıkmak istiyorlarsa toplumun kendisini savunmasının birinci koşulunun örgütlülük olduğunun farkına varmamız gerekiyor. İnsanca yaşam ve gelecek için ihtiyaç duyulan tüm köklü değişimlere bizzat halkın öncü olması başka türlü gerçekleşmez.
Umutsuzluk Değil Öfke
Örgütlü bir halk; yasaklar, yoksullaşma, keyfiyet, zulüm yolunda atılan tüm adımlara dair en güçlü silahla zaten donanmıştır. Bunu yaratmayı önüne koymayan, bu bilinçle hareket etmeyen daha da önemlisi bunun için “aman bu halk ne anlar” diye söylenen muhalif anlayıştan bu zamana kadar bir hayır görmedik. Sadece kendi yaşam tarzını önemseyen değil, kendi “mahallesini düşünen” değil; tüm emekçilerin kader birliğini hisseden bir düşünce yapısı olmadan bu örgütlü halk zaten yaratılamaz.
AKP’nin 13 yıllık iktidarının, toplumun önemli bir kısmına rağmen giderek güçlenmiş olması bu söylediklerimizin zaten kanıtı.
Komşunuza saydırmanın, işçi arkadaşınıza sinirlenmenin hayatta bir karşılığı yok. Toplumda emekçiler birbirlerine el uzatır, yalnızlık duygusu örgütlülükle aşılırsa umutsuzluk atmosferi çabucak dağılacaktır. Bu durumda umutsuzluk ve çaresizlik hissi, yerini muktedire yönelmiş haklı bir öfkeye bırakır. İntiharlar ve topluma yayılmış genel karamsarlık hali de bu şekilde aşılır.
Bu görevi bu zamana kadar hiçbir düzen siyasetçisi üstlenmedi çünkü ne böyle bir vizyonları var ne niyetleri. Onlar örgütlü, bilinçli, hakkını arayan; patronlardan ve iktidarlardan hesap soran bir halk istemezler. Neticede hepsi iktidara gelip bu pastadan pay alma çabası içindeler. Bu görev, emekçilerin tek gerçek dostu olan sosyalistlerin görevidir.