SOKAKTAKİ KADIN
Zayıf, kara kuru ve yüz hatları dağılmış orta yaşlı, orta boylu pejmürde bi kadındı. Onu İzmir’in marjinalleriyle ünlü basmahane semtinde tanıdım. Bana uzun zaman uyumamış, bir yatakta yatmamış ve yememiş içmemiş gibi görünmüştü. Bilenler bilir tilkilik denen basmahane meydanında otururken gelmiş yanımdaki kırık sandalyeye oturmuştu. Kirden pastan saçları keçelenmiş, giysileri solmuş ve renk değiştirmişti. Gözlerinin altı yaşlı adamların gibi çukurlaşmıştı. Bir ara “Okuduğunuz kitabı kim yazmış? Ne anlatıyor? Bir zamanlar ben de okurdum.” dedi. Ses vermeyince imalı imalı, “Öğrendiklerini mezarına mı götüreceksin yoksa benimle konuşmaya tenezzül mü etmiyorsun? Senin gibi kibirlileri çok iyi bilirim, sizler içinizdeki kibrin kölesi olursunuz.” Bu konuştuklarından anladım ki öyle sıradan boş kafa biri değil, sözü sohbeti yerinde Arif bir kadındı. Bir süre sonra “Ben gariban sokaklarda yaşamını sürdüren biriyim. Benden mi korkuyorsun? İnsanlar davranışlarıma halime bakarak deli deyip geçiyorlar yanımdan.” Sonra konuşmaya başladık ona kendinizi biraz anlatır mısınız dedim. Sizi tatmin eder mi bilmem ama ben bir kadınım. İnsanlar benim gibi kadınların döl yatağında şekilleniyorlar ve bizim bacaklarımızın arasından çıkıp sonra da beğenmiyor, hakaret edip aptallar diye bizi aşağılıyorlar. Senin buna bir itirazın var mı? Hayır deyince hafiften güldü. Ne itirazın olabilir ki içimden kendi kendime bu kadının söylediği sözleri bugüne kadar okuduğum hiçbir kitaptan okumamıştım, hiç kimseden duymamıştım. Bu kadının sözleri çok özel gelmişti ve aklımı karıştırmıştı ondan ayrıldıktan epey bi sonra sözlerin manalarını düşündüm kadınların doğururken nasıl acı çektiklerini, ölümle nasıl burun buruna geldiklerini. Tuhaftır ama sonra her türlü tehlikeye karşı yine de doğurduklarını düşündüm ve gerçek deliler varsa bu dünyada bunlar da kadınlardır dedim. Onlarca kez ölümü göze almak delilere mahsus bir iştir. Kültürlü ve bilinçli bir kadının bu hale düştüğüne çok üzülmüştüm. Çok çetin bir geçmişinin olduğu ve geçmişinin yükünü sırtında taşıdığı belli oluyordu. İnsanlar yaşlanınca sırtındaki yükler de ağırlaşıyor kadının konuşmaları annemin beni nasıl doğurduğunu hatırlatmıştı. Annem beni 1952 yılının bir kış mevsiminde doğurmuş, o benim sancılarımı çekerken dışarda kar boran tipi varmış. Ne iyi ki doktorluk bir durumu olmamış kışın ortasında parasız pulsuz kim bizi nasıl bir hastaneye götürecekti ki? Daha oradayken ikimiz de ölürdük Doğu’da kadın olmak ateşten gömlek giymek gibidir ve halen öyledir. Adaletsizlik ve haksızlık Doğu’da diğer bölgelerimize göre çok daha fazladır. Şehirlerde zengin sosyete kadınlarının çoğu doğurmuyor doğuranlar da beş yıldızlı hastanelerde doktorlar ve hemşireler eşliğinde doğum yapıyorlar. Milli gelirin eşit olmadığı, adaletin, hakkın ve hukukun olmadığı her yerde kadınlar büyük yük ve baskı altındadırlar. Bir Doğulu olarak bizler ne sevmeyi ne sevilmeyi ne insan gibi sevişmeyi ne de birbirimize karşı kibar olmayı okullarda öğrenmedik, öğretmediler. Siyaset ne yazık ki bizim böyle olmamızı istedi oysa insanın en çok ihtiyacı olan şey sevilmek ve saygı görmektir. Ne yalan söyleyeyim ben kendimi 40 yaşından sonra ancak tanıyabildim. İnsan olduğumu ancak bu yaştan sonra öğrendim çünkü ancak bu yaştan sonra okudum, düşündüm. Bu da uzun sürmedi bir iki yıl sonra kafayı üşüttüm ve tımarhanelik oldum. Şimdi bu kadının hayatına benzer hayat öyküleri olan ünlü yazar Balzac’ın muhteşem eseri olan “Kibar Fahişelerin İhtişam ve Sefaletli Ölümleri” isimli bu romanı okumanızı salık vermek isterim. Bu tür konuları anlatan kapsamlı muhteşem bir romandır. Paris’teki sokak kadınlarını anlatır, der ki “Paris’te bir kadın güzelliğini ticaret metası olarak kullanmaya başladığı zaman yaşamı çok kötü biter.” Paris’te hayatları kötü sonuçlanmış yüz binlerce kadın var böyle başka bir romanda ünlü yazar Tolstoy’un “Diriliş” isimli eseridir. Yoksulluk yüzünden istemeden kötü yola düşmüş güzel bir kadının hayatını anlatır.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.