KENT SERİSİ 7: KENT VE DENİZ
“Denizcilik sadece ulaştırma işi değil, iktisadi iş olarak anlaşılacak ve tersaneler, gemiler, limanlar ve iskeleler inşa edilecek, deniz sporları kulüpleri kurulacak ve korunup geliştirilecektir.
Çünkü: Toprakların ucu deniz olan bir ulusun sınırını, halkının kudret ve yeteneğinin hududu çizer.”
Mustafa Kemal ATATÜRK
**
Etrafı üç deniz ile çevrili, dört farklı kültürde suya sahip olan ülkede yaşamak, dünya üzerinde büyük bir ayrıcalık bizler için. Tabii dünya için de bir tehdit olsa gerek. Nede olsa deniz kültürüne ve gücüne sahip bir medeniyeti rakip olarak kim karşısında görmek ister?
Doğduğum yeri soranlara İstanbul dediğimi hiç hatırlamıyorum, Anadolu Kavağı, Beykoz demek daha samimi geliyor. İstanbul karmaşa hissettirirken, Beykoz damıtılmış bir denizcilik ruhunu çağrıştırıyor beynimde. Denizde doğmam, denizci bir babaya sahip olmam, sonrasında bir denizci ile hayatımı paylaşma kararım, suya olan düşkünlüğümü perçinlediğini düşünüyorum. Denize kıyısı olan kentlerde yaşama şansım olduğu için mutluyum. Üzüldüğüm konu, o kentlerin yerlisi olmadığım halde, bu deniz meselesini çoğu yerli halktan daha fazla dert edinmem. Belki de suya sahip, küçük de olsa kıyısı olan kentlerin, suyun yaşam dinamiklerine ne denli enerji kattığının farkında olmadıklarına kızıyorum.
Mesela, Kocaeli Arkeoloji Müzesi’nde Bithynia Krallığı’ndaki Nicomedia sikkelerinde görülen Körfez (stolos) simgesi, geminin pruvasına çivi çakan bir adam resmi bulunması beni çok heyecanlandırıyor. İzmit Körfezi’nde bol miktarda avlanan ıstakoz nedeniyle Başiskele bölgesine Astakos denmesi, basılan sikkelerde ıstakoz betimlemeleri görülmesi kent için marka değeri taşıyor.
Tarih bilimci ve sanatçı Sayın Onur Şahna’nın çok değerli illüstrasyon eserleri ‘Nicomedia İllüstrasyonları’ isimli sergi ile Dolmabahçe Sarayı’nda ziyaretçilere açıldığı zaman, bu bölge ile akla gelen ilk düşüncenin sanayi şehri İzmit değil de liman kenti İzmit olması yüzümde koca bir tebessüme neden olabiliyor. O döneme ait deniz fenerinin olağanüstü öykülerini hayal edebiliyorum bu çizimlerde örneğin.
Gölcük Donanma Komutanlığı ve Gölcük Kaymakamlığı arşivlerinde rastladığım bu bilgi ise uzun yıllar yaşadığım kente benim gözümde daha da bir anlam yüklemiştir: 1925'te Yavuz zırhlısının onarılması kararı ile beliren acil ihtiyaç, Atatürk'ün onayı ile Gölcük´te askeri tersanenin kurulmasına neden oldu, ilk havuz inşa edildi. Gölcük için düşünülen isimler arasında Yavuzlu’da vardı. Ancak kendisine isim seçenekleri sunulduğunda, Atatürk “Ulusumun bir karış toprağına bile savaştan yenik çıkmış bir geminin adını vermem” diyerek, küçük göllerden oluşan ilçenin adını “Gölcük” olarak resmileştirdi. Atatürk’ün adını koyduğu ilk ilçe olma özelliği ile Cumhuriyet tarihimizde Donanma Kenti Gölcük önemli bir değer taşır.
Konuya geniş bir açıdan bakmamı sağlayan, araştırmacı, tarihçi, yazar Sayın Yavuz Ulugün’ün “Kocaeli Ve Çevresi Denizcilik Tarihi ile Seyahatnamelerde Kocaeli Ve Çevresi” adlı kitapları kesinlikle okunmalı ve kendisinin görüşlerine önem verilmeli diye düşünüyorum.
Hermann Jansen adına aşina olmayabiliriz. Kendisi başarılı Alman mimar ve şehir plancısıdır. Cumhuriyetin ilk yıllarında Atatürk’ün girişimleriyle önemli kentlerimiz için şehir tasarım yarışmaları açılmış ve Hermann Jansen. Ankara kent tasarımı ile Türkiye’deki ilk başarısına ulaşmıştır. Hemen ardından İzmit, İzmir, Adana, Tarsus ve Mersin şehirlerinin de imar planını hazırlamıştır. 1934 yılında İzmit’e gelerek genel bir inceleme yapmış ve kentin imarıyla alakalı görüşlerini iki rapor halinde hazırlayarak dönemin İzmit Belediye Başkanı’na sunmuştur. Belediye, Jansen’in raporunu inceleyerek dönemin ekonomik durumunun el verdiği ölçüde küçük düzenlemelere gitmiş, köklü plan değişikliği yapamamıştır.
Ön inceleme raporunda şehrin konumu, sahip olduğu kültürel ve doğal güzellikleri ile bir sahil ve deniz ticaret kenti olarak gelişebileceğini önermiştir. İkinci raporda ise şehrin ulaşım sorunu çözülmek istenmiş, kentin doğal ve tarihi güzelliklerinin korunarak çekici bir sahil kenti olarak varlığını sürdürmesi hususunda yapılması gerekenler ve sahil şeridinin de modern kent kimliğine uygun olarak düzenlenmesi gerektiği vurgulanmıştır. Ancak günümüzde Jansen’in bu yaklaşımına karşılık kentin sanayileşmesi, göçler ve gittikçe nüfusunun artması sonucu tarihi dokuya yeterince hassasiyet gösterilmemiş, yanlış planlamalar ve uygulamalar ile kent içi ve dışı trafiği keşmekeş haline dönmüş ve sahil kenti kimliğinden tamamen uzaklaşmıştır. Kent planlamalarında suya yakınlık öğesinin ne denli önemli olduğunu Avrupa kentlerinde görmemiz mümkün. O dönem için kaçırılmış büyük bir şans diyelim…
Araştırmalarım esnasında Dalgıçlar Kahvesi’nde çok konuşulan bir konuya ve bu konuda yazılan birkaç makaleye rastladım. Donanma Komutanlığı kayıtlarında Deniz Harp Okulu’nun okul gemilerinin Ertuğrul Firkateyni (1888-1890) ile başladığı yazılıdır, ikinci sırada ise Mehmet Selim Firkateyni’ne rastlanır. (1891-1897) Üçüncü sırada ise bu yazının konusu Heybetnüma Korveti gelir. (1897-1908) Heybetnüma, eski Türkçe’de heybetli demek. Birçok Osmanlı deniz subayının özgeçmişinde Heybetnüma adına rastlanır. Okuldan mezun olunur ve Heybetnüma’da mühendislik görevi tamamlanır. Bunlardan biri Hamidiye kahramanı Rauf Bey’dir. Diğer ünlü bir denizci ise Çanakkale Kahramanı, Nusret Mayın Gemisi Komutanı Binbaşı Nazmi Akpınar’dır. Heybetnüma Korveti, 1911’de İstanbul’dan İzmit’e giderken körfezde batıyor ve halen batığı körfezin derinliklerinde yatıyor.
Bunca zenginliğin yanında, madencilerin ve denizcilerin koruyucu Azizesi Santa Barbara’ya sahip olan bir kent İzmit. Kentin yıldız markası olabilecek nitelikte. Dünyada 45 kent bu adı taşıyor. Santa Barbara (Azize Barbara) isimli şehirlerin tamamı, İzmit'teki kulede 4 Aralık 235 tarihinde Hıristiyan olduğu gerekçesiyle babası tarafından başı kesilerek öldürülen ve daha sonra Azize ilan edilen Nikomedyalı Barbara'dan alıyor. Fener Rum Patriği Bartholomeos ile bazı Avrupa ülkelerinin Büyükelçi ve konsoloslarının ziyaret ettiği ve anma töreni yaptığı Nikomedya surlarındaki bu kulenin bilinçli ve ciddi bir projelendirmesi ile inanç turizmine açılması ve Santa Barbara adını taşıyan diğer kentlerle işbirliği yapılması, İpek Yolu ruhuna uygun bir rota doğurur. Belki İzmit'in sanayi kenti unvanından öte önemli ve saygın bir unvanla dünya vitrinindeki yerini alabileceği yeni kapılar açar. Trabzon’un Maçka ilçesinde yer alan tarihi Sümela Manastırı'nın eşsiz manzarasıyla dikkat çeken Aya Varvara Kilisesi (Santa Barbara Kilisesi), her yıl turistlerin yoğun ilgisiyle karşılaşıyor. Neden İzmit’te olmasın? Tarihin zenginliklerinden ve gerçeklerinden kaçmak, görmezden gelmek ya da önem vermemek bir kentin geleceğine yapılacak en büyük yanlıştır. İnançlara dokunan değerler her zaman kent yöneticilerini tedirgin eder fakat kente katacağı artı değerler ile bu sorumluluk alınmalıdır.
3 gün sonra 63.ncü yılında anacağımız Üsküdar Vapuru Faciası, 1 Mart 1958'de İzmit Körfezi'nde Üsküdar adlı vapurun fırtınada alabora olup kısa sürede batması sonucu resmi rakamlara göre 392 kişinin yaşamını yitirdiği, Türkiye Cumhuriyeti tarihinin en büyük sivil deniz kazasıdır.
Avrupa'nın en büyük 10. limanı olarak bilinen İzmit Körfezi, Seyahatnameler ve Haritalarda liman kenti olarak anlatılmış ve deniz kültüründen çokça bahsedilmiştir. Bir deniz kenti olmak sadece ekonomik faaliyet değil, aynı zamanda ulaşım ağının önemli bir merkezi olmaktır. Liman ekonomisi, lojistik ve endüstriyel faaliyetleri yerel halkın yaratıcılığıyla birleştirmelidir. Denizi olan kent, ithalat ve ihracat ticaretinin ve sanayi ile kültür turizm arasındaki buluşma noktasıdır. Deniz ve şehir iki ayrı varlık değildir. Bunun yerine, iki kimlik birbiriyle yakından iç içe geçmiş, karşılıklı olarak birbirine bağımlı ve etkilidir.
Sanayi Bölgesi olarak anılmak bir kentin kaderi olmamalı, özellikle seçenekleri bu kadar fazlayken. Sayısız değere sahip olan bu bölgeye biraz mavi biraz da yeşil tonlarında bakmanızı diliyor, Atamızın sözü ile sonlandırıyorum:
“En uygun coğrafi konumda ve üç tarafı denizlerle çevrili olan Türkiye; endüstrisi, ticareti, kültürü ve sporu ile en ileri bir denizci ulus yetiştirmek yeteneğindedir. Bu yetenekten yararlanmasını bilmeliyiz.”