BİLGİYE DEĞİL, MEZUNİYETE KOŞAN NESİL
Günümüz üniversite öğrencilerinin entelektüel ilgiden uzak, meraksız ve gerçek bilgiye ilgisiz olduğu yönündeki eleştirilerimi sıkça dile getiriyorum. Eğitimciler, aydınlar ve eski kuşaklar, bugünün gençlerinin derinlemesine düşünmekten kaçındığını, öğrenmeye isteksiz olduğunu ve akademik hayatın gerektirdiği saygıyı ve ilgiyi göstermediğini söylüyor. Peki, gerçekten durum böyle mi? Eğer öyleyse, bu sorunun kökenleri nelerdir ve neler yapılabilir?
Günümüzün gençleri, ya da son nesil gençlerimiz dijital devrimin tam ortasında büyüdü. Bu çok avantajlı gözükse de olumsuz etkileri daha fazla oldu. Bilgiye erişimin kolaylığı, derinlemesine okuma ve düşünme pratiğini azalttı. Önceden bir konuyu araştırmak için kütüphanelerde saatler harcanırken, şimdi birkaç dakikalık bir Google aramasıyla her şeye ulaşılabiliyor. Hatta şuanda elimizin hemen altında olan yapay zekâ uygulamaları bir kaç saniyede emeksiz bilgiye erişimi mümkün kılıyor. Ancak bu onlarda, bilgiyi içselleştirmek yerine yüzeysel bir tüketim alışkanlığı oluşturdu. Derinlemesine okumaktan kaçınan bir neslin, felsefi ya da entelektüel tartışmalara ilgisiz ve sığ kalması şaşırtıcı değil tabii. Ya da tecrübeye dayalı, emek harcanmış bir bilgi brikiminin oluşumuna uzaklığı…
Türkiye’deki tüm eğitim sisteminin, öğrencileri sorgulamaktan çok ezbere yönlendirdiğini yıllardır konuşuyoruz. İlkokuldan itibaren verilen eğitimin temelinde ezberlenmiş bir bilgi aktarımı var, ancak analiz, sentez ve eleştirel düşünme becerileri yeterince geliştirilmiyor. Öğrenciler, üniversiteye geldiklerinde hâlâ ezberci ve pasif bir öğrenme anlayışıyla hareket ediyorlar. Onlara merak etmeyi, soru sormayı ve araştırmayı öğreten bir sistem yerine, sınav ve notlar odaklı bir rekabetin içine sokulmaları, entelektüel ilgisizliklerini artırıyor. Öğrenmekten çok sınav notlarının yüksekliği, ders içeriği kaçırmaktan ziyade devamsızlık sınırları önemsedikleri durumlar oluyor.
Önceki kuşakların üniversite yılları, dünya ülke tartışmalarının, nitelikli sohbetlerin, kültürel ve sanatsal etkinliklere katılım, toplumsal kaygıların ve akademik heyecanın içinde geçerken, bugünün gençleri daha bireysel bir dünyada donuk ve mutsuz bir şekilde yaşıyor. Üniversite öğrencilerinin büyük bir kısmı, kariyer kaygısı içinde bir an önce diploma alıp iş hayatına atılmayı hedefliyor. Üniversite, artık bir keşif ve entelektüel gelişim alanı olmaktan çok, bir “zorunluluk” haline gelmiş durumda. Diplomanın bir “final” değil bir “başlangıç” olacağının bilincinde bile olmadan. 2024 verilerine göre Türkiye de yaklaşık 1,4 milyon öğrenci lisans diploması aldığını düşünürsek rekabetin sadece alınacak bir diploma belgesi olmadığı açıktır.
Bir diğer önemli mesele ise, akademisyenlere, bilgiye ve akademik ortamın gerektirdiği disipline duyulan saygının azalmasıdır. Üniversiteler, eskiden bilginin kutsal kabul edildiği, öğretim üyelerinin bilgi birikimi karşısında hürmet duyulan yerlerdi. Şimdi ise, bazı öğrenciler akademisyenleri “hizmet sağlayıcı”, eğitimi ise “alınması gereken bir ürün” olarak görüyor. Bu da saygısız tavırların artmasına neden oluyor.
Tabii bütün bu durumda sadece öğrencilere de faturayı kesmek haksızlık olacaktır. Birçok nedenden ötürü heyecanını kaybetmiş ve sadece “dersimi vermekle yükümlüyüm” mantığında görev yapan heyecansız eğitimciler de bu renksiz hayata büyük katkı sunuyor. Üniversite hayatında öğrenciye olumlu iz bırakacak, hayatına değer katacak ve merakını tetikleyecek eğitimcilerimizin enerjileri azaldı. Gerçekte, sadece verilen ders konularından ibaret olmayan bir hayattır üniversite. Gerçek hayatın hazırlık bölümüdür aslında, bu dönemde hayata dair ne kadar çok biriktirirsen o kadar şanslısın. Notlar, rakamlar, harfler, devamsızlıklar değildir asıl konu. Bunlara ulaşırken gösterdiğin çaba, takım çalışmasında ki becerin, ahlakın, etrafına takındığın saygılı tavır ve arkanda bıraktığın izlenimdir.
Çok uzun yıllar önce kurduğum kurumsal eğitim ve danışmanlık şirketim vasıtasıyla binlerce kişiye ulaşabilme şansım oldu. Her yaş grubuna hitap edebilme olanağım içinde en fazla önemsediğim üniversite seviyesi öğrencilerimdi. Bana göre hayatın kırılma noktalarından en önemlisi bu yıllar. Bir saniyesi bile boşa geçirilmeyecek değerli bir zaman dilimi. Öğrencilerle sohbetlerimizde eğitimcilerin tebessümden uzak, onlarla bağ kurmaktan çekinen ve ders dışında hiçbir konuya vakit ayırmayan kişiler olarak yorum yapmaları biraz canımı sıkmıştı. Eğitimin sadece müfredattan oluşmadığının farkında ve buna ihtiyacı olan bir nesille çalışıyoruz aslında. Onların ilgisini ve merakını cezbedecek uygulamalar bulmak zorundayız. “Kayıp nesil” derken biz yetişkinler ve eğitimciler ne kadar bu durumdan sorumluyuz, samimi olarak bunu değerlendirmeliyiz…
Başarılı ve ilgili olduğunu düşündüğüm bir öğrencim son dersimde, bir sonraki sömestr için önerileri sorduğumda “daha CİDDİ bir eğitim” beklediğini söylemişti. O an bu öğrencilerim için gerçekten çok üzüldüm. Yetiştikleri çevrede alışık olmadıkları bir sistem içerisinde, farklı yöntemlerle entelektüel bilgiyi büyük emeklerle hücrelerine aktarma çabasına “ciddiyetsiz” diyebilecek kadar farkında olmamalarına şaşırmıştım. Çünkü ciddiyetten kasıtlarının kendi özgürlüklerini zorbaca kısıtlamak ve onlara üniversite öğrencisi değil de anaokulu öğrencisi gibi kaba davranılmasının beklentisini yansıtmıştı bu söz. Aslında tam da anlatmak istediğim buydu belki. Öğrencilerimiz onlara gösterilen saygı ve sevgiyi anlayamayacak kadar dar bir çerçeveden dünyaya bakmaya alıştırıldılar. Hak ve özgürlüklerinin farkında bile değiller. Yetişkin olarak değer gördüklerinin, özgürlükleri içinde kendi sorumluluklarını sergilemek zorunda olduklarının bilincinde olmadan büyüyorlar ve hayata hazırlanıyorlar. En yüksek notu alarak, en hırslı, en iyi, en başarılı diye adlandırarak, dereceyle okulu bitirdiklerinde hayatın tüm karmaşasına hazır olduklarını düşünüyorlar. Ne yazık ki yanılıyorlar, hazır değiller hatta ciddi sıkıntıları var. Biz eğitimciler işte tam da burada davranışlarımızla fark yaratmalıyız. Evde eksik kalmış olan eğitimin acı yüzü burada karşımıza çıkıyor.
Eğer öğrencilerin ilgisiz, saygısız ve yüzeysel tavırlarından rahatsızsak, çözümü bireysel düzeyde ve sistemsel olarak ele almak zorundayız.
Tabii tüm bunların yanında eğitmenler de ders işleyiş yöntemlerini gözden geçirmeliler. Dersine hazır gelmeyen bir eğitimcinin öğrenci üzerinde nasıl bir rol model olacağı şüphelidir. Sadece teorik bilgi aktarmak yerine, tartışma temelli dersler, problem çözme odaklı projeler ve öğrencilere söz hakkı tanıyan interaktif yöntemler, ilgiyi artıracaktır. Öğrencilerin akademik süreçte aktif rol almasını sağlamak, onların derslere daha fazla ilgi göstermesine yardımcı olacaktır.
Günümüz gençlerini klasik metotlarla eğitmek yerine, onların alışkın olduğu dijital dünyayı da işin içine katmalıyız. Ancak bunu yaparken yüzeysel içerik tüketimi yerine derinlemesine okuma, analiz yapma ve tartışma becerilerini geliştirmeye yönlendirmek önemli.
Öğrencilere akademik hayatın sadece diploma almak için bir süreç olmadığını anlatmak gerekiyor. Onları sorumluluk almaya teşvik etmek, akademik etiği öğretmek ve bilgiye olan saygıyı yeniden kazandırmak, uzun vadede daha bilinçli bireyler yetiştirmemize yardımcı olabilir.
Üniversiteler, sadece derslerin işlendiği yerler olmamalı. Öğrencilerin entelektüel olarak gelişebileceği etkinlikler, tartışmalar, kulüpler ve konferanslar, onların akademik hayata daha fazla dahil olmasını sağlar. Üniversiteler, öğrencileri düşünmeye, üretmeye ve tartışmaya yönlendiren bir kültür oluşturmaya daha fazla yatırım yapmalıdır.
Günümüz üniversite öğrencilerinin entelektüel ilgisizliği, sadece onların hatası değil; bu, eğitim sisteminin, toplumsal değişimlerin ve dijital çağın bir sonucu. Ancak bu durumu değiştirmek, hem eğitmenlerin hem de öğrencilerin sorumluluğunda. Eğer gerçekten daha bilinçli, daha ilgili ve daha saygılı bir öğrenci profili görmek istiyorsak, kendi eğitim sistemimizi sorgulamalı, akademik ortamı ilgi çekici hale dönüştürmenin yöntemlerini sorgulamalı ve gençleri entelektüel dünyaya çekmenin yollarını aramalıyız. Çünkü üniversite, sadece diploma almak için değil, düşünmeyi öğrenmek için de var olan bir hayat kurumudur.