GÜNDEMİN BOZUK PSİKOLOJİSİ
Siyasi gündemin sürekli değişkenlik gösterdiği bizim gibi ülkelerde, bireylerin ruh sağlığı ve toplumsal yapısı bundan doğrudan etkilenir. Türkiye’de son yıllarda sıkça yaşanan ekonomik dalgalanmalar, seçim atmosferleri, kutuplaşma ve belirsizlik, insanların hem bireysel psikolojilerini hem de sosyal ilişkilerini derinden sarsıyor.
Siyasi istikrarsızlık, ekonomik krizlerle birleştiğinde bireylerde güçlü bir gelecek kaygısı yaratıyor. İşsizlik, enflasyon, döviz kurları gibi ekonomik değişkenler yalnızca maddi koşulları değil, insanların kendilerini güvende hissetme ihtiyacını da doğrudan etkiliyor.
Gençler arasında sıkça duyduğumuz “Bu ülkede bir gelecek göremiyorum” cümlesi, aslında sadece ekonomik değil, psikolojik bir tükenmişliğin ifadesi. Beyin göçünün artması da bunun bir göstergesi; birçok genç, daha öngörülebilir bir yaşam umuduyla yurt dışına gitmenin yollarını arıyor.
Siyasi belirsizlikler, ekonomik sıkıntılar ve gündemdeki sert tartışmalar, insanları sürekli tetikte ve stresli bir ruh halinde bırakıyor. Uzun süreli stresin ise bedensel ve ruhsal sağlık üzerindeki etkileri saymakla bitmiyor. Uyku bozuklukları ve yorgunluk, kaygı bozuklukları ve panik ataklar, sosyal çekilme ve depresyon eğilimi ve sürekli haber takip etme isteği bunlardan sadece birkaçı.
Özellikle sosyal medyada yayılan haberler, teyit edilmemiş bilgiler ve felaket senaryoları, bu stresin daha da artmasına sebep oluyor. Toplumsal kutuplaşma, bireylerin sosyal çevrelerinde daha fazla gerginlik yaşamalarına sebep oluyor. “Biz” ve “Onlar” ayrımı keskinleştikçe, insanlar birbirine daha şüpheyle yaklaşmaya başlıyor.
Sosyal medyada ve gündelik hayatta tartışmaların şiddetlenmesi, insanlarda bir süre sonra ya sürekli öfkeli ve saldırgan bir ruh haline ya da tamamen geri çekilme ve siyasi olaylardan uzaklaşma eğilimine neden oluyor. Bu durum, insanların empati becerilerini zayıflatırken, toplumsal diyaloğun da zarar görmesine neden oluyor.
Siyasi dalgalanmalar, toplumun devlete ve birbirine duyduğu güveni sarsabiliyor. Hukukun üstünlüğü, adalet sistemi, ekonomik istikrar gibi konularda yaşanan belirsizlikler, insanların ortak bir geleceğe dair güvenlerini zayıflatıyor. Toplum içindeki güvensizlik, sosyal dayanışma ağlarını da etkileyerek bireyleri yalnızlaştırıyor. Örneğin, ekonomik kriz dönemlerinde insanlar yardımlaşmaya daha fazla ihtiyaç duysa da, güven eksikliği nedeniyle bazı kesimler birbirine daha az destek olmaya başlıyor.
Siyasi tartışmaların aile içi ilişkileri bile etkilediğini gözlemlemek mümkün. Seçim dönemlerinde veya kritik siyasi olaylar yaşandığında, farklı görüşlere sahip aile bireyleri arasında tartışmalar daha da yoğunlaşabiliyor. Aile içinde yaşanan siyasi gerilimler; Kuşak çatışmalarını derinleştiriyor, aile içi iletişimi zayıflatıyor ve bireylerin kendilerini yalnız hissetmesine yol açabiliyor.
Benzer şekilde, arkadaş çevrelerinde de farklı politik görüşler sebebiyle ilişkilerin koptuğunu, insanların yalnızlaştığını veya sadece kendi görüşlerini destekleyen insanlarla vakit geçirdiğini görmek mümkün. Siyasi olaylar, toplumsal hafızada derin izler bırakabiliyor. Örneğin, geçmişte yaşanan büyük ekonomik krizler, darbe girişimleri veya kitlesel protestolar, kolektif travma yaratabiliyor.
Toplumsal hafızada yer eden bu tür olaylar, insanların geleceğe daha şüpheyle bakmasına ve geçmişi sürekli hatırlatarak yeni nesillerin de bu travmaları devralmasına sebep olabiliyor. Türkiye gibi iniş çıkışlarla dolu siyasi süreçler yaşayan bir ülkede, bireylerin ve toplumun ruh sağlığını koruyabilmesi için bazı stratejiler geliştirmek önemli; Siyasetten tamamen kopmadan, ama sürekli tüketmekten de kaçınarak dengeli bir bilgi akışı sağlamak, küçük topluluklar, sivil inisiyatifler ve komşuluk ilişkileri gibi unsurları güçlendirerek sosyal bağları kuvvetlendirmek, günlük politik tartışmalardan uzaklaşıp, uzun vadeli çözümlere odaklanmak ve farklı görüşlerden insanlarla sağlıklı tartışma ortamları yaratmak bu stratejilerden birkaçı.
Siyasi gündemin insan psikolojisi ve toplumsal yapı üzerindeki etkilerini göz ardı etmek mümkün değildir. Ancak bireylerin ve toplumun, bu dalgalanmalar karşısında dirençli kalabilmesi için bilinçli hareket etmesi, duygusal ve sosyal dayanıklılığını güçlendirmesi gerekiyor. Sizce bizim ülkemizde bu mümkün mü?