DOSTOYEVSKİ
Yirmi yıldır yazıyorum ve hemen hemen her yazımda Dostoyevski’den söz ediyorum. Haklı olarak kimi dostlarım, neden bir Türk yazarı değil de bir Rus yazarı, diye tepki gösteriyorlar. Bunun birkaç önemli sebebi var ama en önemlisi ruh olarak birbirimize çok benziyoruz, onunla ben taşla toprak gibiyiz. Daha ne diyeyim! Nesilden nesile okunan bir yazar, yalnız yaşadığı dönemi değil yüzyıl ileride olacakları da yazmış. Benim gibi yoksulları, hastaları, yaşama uyum sağlayamamış hayata tutunamayanları, adaletsizliği, haksızlığı ve sömürüyü yazmış. Sadece yazmamış onların yanlarında durmuş ve haklarını savunmuş güzel bir adam o. Kimi yazarlar da Hitler’i, Nero’nu veya firavunları anlatmış onları övmüşler. Gerçekten sevilmeye değmez mi bu adam? Türk halkına toprağı bir dost gibi anlatan Aşık Veysel’i de Köroğlu’nu da Dadaloğlu’nu da Pir Sultanları da yazıyorum. Sanatçıları gibi yazarlar da ülkelerinin yüzleri ve vicdanlarıdır. Ben de kendimi ülkemin vicdanı olarak kabul ediyorum. Van Gogh’un ağırlıklı olarak sarı rengi kullanmasının ruh dünyasına uygun olduğu için sanıyordum öyle değilmiş. Hollanda’nın toprağının rengi sarı olduğu için kullanıyormuş.
İşte size toprağını ve halkını seven bir insan. Mesela töreyi, geleneği göreneği bizler şair Ahmet Arif’ten öğrendik. En güzel o anlattı bakın Adiloş Bebe şiirini nasıl anlatıyor:
“Doğdun üç gün aç tuttuk
3 gün meme vermedik sana töremiz böyle diye.”
Bir töreyi kim bu kadar güzel anlatabilir? Ben bir yazıda hiçbir konuyu başından sonuna kadar anlatmam. Dostoyevski’yi de anlatmıyorum. Dün sokakta bir tanıdığım selam vermiş almamışım, adam sorun etmiş bunu akşama yakın eve giderken yolumun ortasında birdenbire karşıma geçti. “Tuncer Bey bakıyorum sen de kimi burnu büyükler gibi kibirliler gibi büyümüşsün, yoksulların selamını almıyorsun.” Gerçekten çok mahcup oldum ve çok utandım, dalgınlığıma gelmiş olmalı yoksa asla böyle bir şey yapmam. Selam almamak çok kötü bir şeydir, sevgili arkadaşımdan çok özür diliyorum. Selamı başımın üstüne, selam almamak bir zavallılıktır daha ne diyeyim? Dostoyevski’ye gelince o benim içimdedir, o daldır ben onun bir yaprağıyım. Beni tanıyanlar bilirler yalnız bir insanım ne önümde yürüyen ne de arkamdan gelenler vardır. Ne bir partinin ne bir tarikatın ne de herhangi bir ağanın adamı değilim. İsterseniz Dostoyevski’ye burada bir ara verelim ben sizlere Anadolu’da yaşanmış ve bundan büyük bir ders çıkaracağımız bir kaplumbağanın öyküsünü anlatayım. Kaplumbağa bir köyden başka bir köye yolculuk yapmaya hazırlanırken köylüler ona kaç günde varacağını sorarlar, kaplumbağa onlara çamurun ve yağmurun hesabını yaptım bu hesaba göre 5 günde giderim diyor. Aradan bir ay geçiyor kaplumbağanın gelmediğini gören köylüler onu aramaya çıkıyorlar. Onu yolun yarısında buluyorlar nedenini soruyorlar nedenini şöyle açıklıyor “Yağmurun çamurun hesabını yaptım ama en önemlisi hainin hesabını yapmamıştım, hainler beni daha yolumun başında ters çevirdiler.” Sevgili dostlarım yazılarımda kahraman olarak gösterdiğim insanların çoğu sokaktaki insanlardır. Bugün sabah yine bir grup insanla edebiyattan felsefeye birkaç konuyu tartıştık. Birisiyle konuşurken mutlaka çevremdeki insanlar gelirler yanıma. Bir arkadaş hayatı şöyle anlattı, “Hayat bir yolculuktur. Bu yolculukta önemli olan para pul değil birlikte yürüyeceğimiz dostlar ve yoldaşlardır.” Yaşlı bir amca, “İyi yaşayanlar iyi ölür.” diyerek hayat tecrübesini ortaya koydu. Bir başkası, “Evlilikten sonsuz mutluluk bekleyenler hayal kırıklığına uğrarlar.” dedi. Hayat çok önemli tabi hayattan bir mana bulamayan insanlar var bu konuda çok kötümserlerdir. Bu yüzden intihar edenler bile var. Hayat kısa bir süreliğine değil ki hayat sürekli ve değişkendir, iyi de olur kötü de. Yine de her şeye rağmen hayat çok güzeldir ve yaşamaya değerdir. Hayat sadece yemek içmek, ev bark yapmak ve iş güç sahibi olmak da değildir. İnsanların en önemli korkularından biri de değişmek ve dönüşmek korkusudur. Bunda korkacak bir şey yok hayat dakika dakikasına değişip dönüşüyor. Değişim ve dönüşüm üzerine kurulmuş. İnanmayacaksınız ama benim hayatım yıllar önce bir pazar günü değişti, akşam çok farklı bir kişilikle yattım sabaha farklı bir kişilik olarak kalktım. Yani akıllı olarak yattım ve bir deli olarak kalktım, o güne kadar akıllı diyenler o günden sonra deli dediler, yakınlarım ve ailem gerçekten büyük bir şaşkınlık geçirdi.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.