DELİRDİK AMA BİR SORUN, NEDEN DELİRDİK?
Kafayı yedik. Okmeydanı’nda bir adamı daha yumruklayarak öldürmüşler. Sokaklar cenaze merasiminden, kandan, gözyaşından geçilmiyor. Gün geçmiyor ki on - on beş kişi öldürülmesin. Başta İstanbul olmak üzere büyük şehirlerimiz resmen mezarlığa dönüştürüldü. Ülkemizde büyük bir kâbus yaşanmaktadır. Son on yılın en revaçta lafı Allah rahmet eylesin. Yaslı, kederli, suskun bir millet haline getirdiler politikacılar. Kadınlarımız sürekli yas tutuyorlar. Daha bir hafta önce 300 maden emekçisini zindanlarda öldürdük. Ahımız göklere yükseldi. Bir televizyon programında evlenmek isteyen bir adam on yıl aralıklarla iki eşini öldürmüştü. Başka bir adam öldürdüğü eşi için “o gün de yine her zaman dövdüğüm gibi dövmüştüm. Dayanamadı öldü” diye karakola ifade vermiş. Buyurun da buradan yakın. Kafayı yemeyin bakıyım.
Bütün bunlar bir ülke için utanç verici cinayetlerdir. Ben kafayı yedim. Kimse sormuyor neden yedin? Niye olacak, başta demokrasi istemeyen, insan haklarına önem vermeyen yöneticiler ve ben akıllıyım, onlar deli. Biz zenginiz, onlar yoksul. Biz doğruyu söylüyoruz, onlar yanlış söylüyorlar diyenlerin yüzünden yedim kafayı. Bu ülke neler çekiyorsa bu kibirli, egosu şişkin, kendini bu ülkenin tek sahibi görenlerin yüzünden çekiyor… Kafayı yemenin bin bir çeşidi var. Hele bir çeşidi var düşman başına. Bu insanlar bir ruh ve sinir hastanesine gitseler hastane yetkilileri hepsini patolojik vaka diye yatırırlar… Benim sözünü ettiğim delilik böyle bir delilik değil. Ben dahi delilerden bahsediyorum. Yaratıcı, duygulu, duyarlı, yazar, ressam, müzisyen gibi sanatçı insanlardan.
Mesela Shakespeare. Onun kıskanç, tutkulu, Otello’su. Hüzünlü, çelişkili, kuşkucu Hamlet’i… Cervantes’in maceracı, maceracı, hayalci Don Kişot’undan Dostoyevski’nin deliler haline getirdiği Budala isimli romanından, Tolstoy’un Anna Kara’sından söz ediyorum. Nietzsche’den, James Joyce’den Van Gogh’tan, dünyanın büyük dehalarından…
Akıllı dediğim insanların tanımadığı, önemsemediği insanlardan, bu insanları okuyup tanıyana kadar yaşamımın hiçbir anlamı, tadı tuzu yoktu… Tolstoy’un Dostoyevski’nin roman kahramanları kitapların sayfalarından çıkıp benim yaşamıma girdiler. Dostoyevski’yi büyük bir şaşkınlıkla, öfke içinde, büyük gerilimlerle okudum. İnsan Dostoyevski’yi okurken ruhunun derinliklerindeki korkuları, yüreğindeki öfkeyi seziyor. Ben Dostoyevski’yi okuyarak kendimi öğrendim. Dostoyevski’nin dâhiyane sezgileri beni çok etkilemiştir. O bu sezgileriyle edebiyat dünyasına silinmez izler bırakmıştır ve insanların birbirlerinin gerçek yüzlerini görmenin yollarını öğretmiştir. Klasikler bütün dünyanın izlerini üzerinde taşırlar, geçtikleri kültürleri, dilleri, bilgileri, gelenekleri, görenekleri biz insanlara taşırlar… Delilik dedik, dehalık dedik, o dedik, bu dedik. Evliya Çelebi’nin anlatımlarına göre İstanbul bir deliler şehridir. Osmanlı döneminde halk tarafından çok sevilir deliler. Yedirilir, içirilir, giydirilirler, baş tacı edilirler. Mesela bir Neyzen Tevfik’imiz vardır bizim Osmanlı’dan Cumhuriyet’e yadigâr kalan dahi delimiz. Ben onun üflediği neyin iniltilerini dinleyerek uyurum. Uyku hapı gibidir. Benim için, ekmek kadar, su kadar, güneş kadar önemlidir. Acılarımı onun neyiyle gideririm. Onu dinlerken kafamdaki sis perdeleri kalkar.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.