“BU DAHA İŞİN LELESİ, DAHA BUNUN LOLOSU VAR”
Ne çok severim bu halk deyişini, kökenini çok merak etmedim uzunca bir süre, sonradan biraz araştırdığımda sayısız hikâye çıktı ortaya. Hepsi de kabulümdür ben bu deyimi çok seviyorum sonuçta. Hayatımıza şu an o kadar çok uyuyor ki, tekrara girmese günde en az 10 kere kullanırım seve seve. Lelesini yaşadık hayatın bakalım Lolosu neler getirecek hepimize?
Bu sefer ne ülkenin ekonomik travmalarından, ne doların Nirvana yolculuğundan, ne depremden, ne seçimlerden ne de umutsuzluklardan bahsetmek istiyorum. Sadece insanımıza kıyısından dokunmak istiyorum. Sonuçta yarım asırlık bir insan evladı olmanın getirdiği bir birikim var. ‘İnsanları bir kilometre öteden tanırım’ desem abartı olur belki ama zarar verecek insanların işaretlerini iyi öğretti hayat en azından. Zaten hayatımda varlığını sürdürenler öncelikle kafamın kaldırdığı, iki sohbet edebileceğimiz, sohbetlerimizden yeni fikirler doğurabildiğimiz, birlikte olmaktan yorulmadığım kişiler kaldı. Geçmişte herkesle uzun uzun sohbet eder vaktimi paylaşırdım, bende olan bilgiyi kesintisiz onlara aktarırdım. Yeni ufuklar açmak en büyük heyecanımdı. Örnek olmak ise gurur vericiydi. Şimdi aynı değilim, sadece paylaştığım şeyi anlayabilecek olanlara yaklaşıyorum. Vaktimi, emeğimi, saygımı onlara aktarıyorum. Saçma diyalogları anında sonlandırmak gibi bir özgürlüğü keşfettim. Günümüzde herkes her şeyi biliyor zaten. Tecrübeye, yaşa, eğitime bakmıyor, herkes her şeyi biliyor… Bu bir gerçek ki kendini geliştirmenin yollarını bulamamış olanlara üzülüyorum, boşa geçirdikleri vakte acıyorum…
Bunları düşünürken aklıma Prof. Dr. İlber Ortaylı’nın bir röportajı geldi, araştırdım tam metnini buldum;
"Üniversitede, en çok sevdiğim hocanın odasındaydım. Bana, “Ne olmak istiyorsun?“ dedi. “Entelektüel olmak istiyorum.” dedim.
“Senden entelektüel olmaz” dedi”
Şaşırmıştım, sonra, kırılgan bir ses tonuyla;
“Dersinizi geçmeme rağmen dersinize girmeye devam ediyorum. Okulda en çok okuyan, araştıran ve tartışmalara giren, hep benim?" dedim.
“Senden Entelektüel olmaz ”diye tekrarladı.
Çok kızmıştım!
"Doçent tezlerinin konularını bile ben öneriyorum" dedim. Prof. gülümseyerek geriye yaslandı.
Senden çok iyi bir araştırmacı olur. Ama entelektüel olmaz. Nedenine gelince, sana entelektüel olamazsın dediğimde, bana bir entelektüel gibi “Niçin olmaz?" diye sormadın, aksine hemen alındın ve hiddetlendin.
Öğretmenlik bilgi işidir. Entelektüellik bilgi değil, davranış biçimidir. Bir insanın entelektüel olması için en az 3 kuşak ailesinin okuması gerekir.
Okulun önüne bak. Hepsi son model araçlarla dolu ve hocalara ait. Her sene model yenilerler. Gerçekten sürekli böyle bir yenilenmeye ihtiyaçları var mı? Niçin bu şekilde yaşıyorlar.
Çünkü o unvanlarla gördüğün hocalarının kariyerleri ne kadar yüksek olursa olsun, ruhları feodal bir köylü. Güçlerini topluma kabul ettirmek için böyle hava atmak zorundalar.
Gerçek bir entelektüel asla bu güdüyle hareket etmez. Entel feodal köylülere artık diploma ve unvan da yetmez. Tıpkı paranın yetmediği gibi.
Bu da bugün için kıssadan hisse diyelim…
*
Bugün Kanadalı genç bir çiftle tanıştım, ayaküstü sohbet ettik. Bu kıtaya yayılmış 400’ü aşkın noktada ilerleyen yangınlardan, buzulların erimesinden, artan anormal hava sıcaklığından, ekonomiden, yaşadığımız bölgede 16 saate varan kararmayan gün ışığından konuştuktan sonra, sohbetin sonunda nereli olduğumu sordular. (Bizdekinin tersine bu sorunun sondan gelişi beni çok eğlendirdi) ‘Türküm, Türkiye’den geldim’ deyince suratlarında ki o dev tebessümü görmenizi çok isterdim. Ya sonra gelen ilk tepki, gözlerimi yaşarttı… Her ikisi de ağız birliği yapmış gibi;
"Yes, of course, we know your country very well, Atatürk, Turkish coffee and Turkish baklava...
We have the book "Nutuk - The Speech by Mustafa Kemal Ataturk" in our library. It is a real world history book for us."
"Evet, tabii ülkenizi çok iyi biliyoruz, Atatürk, Türk kahvesi bir de Türk baklavası...
Kütüphanemizde "Nutuk - The Speech by Mustafa Kemal Atatürk" kitabı var. Bizim için gerçek bir dünya tarih kitabı."
Ülkemizi bu dönemde, bu şekilde tanıyan bu genç çifti kucaklayıp öpmek istedim, eminim uzun zamandır ihtiyacım olan en samimi duygu buydu… En sevdiğim üçlüyü nasıl da buldular hala buna şaşıyorum:
Atatürk, Türk kahvesi bir de Türk baklavası...