BEN HASTALIK HASTASIYIM
Hasta bir adamım, içim hınçla ve isyanla dolu, karaciğerimden hasta olduğumu sanıyorum. Doğrusu ne hastalığımdan haberim var ne de neremin ağrıdığından. Tıbba, hekimlere saygı duymakla birlikte şimdiye kadar tedavi görmedim bundan sonra da görmeyeceğim. Doğruyu söylemek gerekirse tıbba saygı duyacak kadar eğitim de aldım. Sevgili okurlar, bu anlatacağım Dostoyevski’nin “Yeraltından Notlar” isimli romanının bir kahramanının hastalıklı sözleridir. Romanın bir yerinde yazar okurlarına, sizler beni anlayamazsınız, diyor. Anlattığım metin baştanbaşa çelişkilerle, önyargılarla dolu hastalık hastası bir adamın bilinçaltındakilerin dışa vurumudur. İlginç ama gerçek bu sözleri söyleyen alt tabakadan bir memurdur. Yine eserin bir yerinde “Masama işlerini yaptırmak için gelenlerin işlerini dişlerimi gıcırdatarak yapıyorum.” diyor. Biraz düşünürsek bu adamın neden böyle yaptığını anlayabiliriz. Türkiye’de de işlerini böyle yapan milyonlarca memur vardır ama sorunlarını söyleyemezler. İşten atılacaklarını düşündükleri için içimizde başkalarının acılarından ve yoksulluklarından zevk alan hastalık hastası insanlar da vardır. Romanın başka bir yerinde yazar çok önemli bir şey söylüyor “Biz ricacı bir milletiz.” diyor, 1860 dönemi Rus halkını bu sözleriyle anlatıyor. Toplumlar özellikle de eğitimsiz toplumlar zaman içerisinde rica etmeye ezilmeye alıştırılırlar. Kolay değil Rus halkı tam 300 yıl iktidardaki çarlar taraflarından demir yumrukla yönetilmiştir. Ne iyi ki sonunda Lenin diye bir adam çıktı da o, halkı çarların insanlık dışı zulmünden kurtardı. Neyse konumuza dönelim, dünyanın hiçbir yerinde Dostoyevski ayarında bugüne kadar bir yazar çıkmamıştır. Dostoyevski’ye yakın olanlar var elbette mesela bizimde bir Sait Faik’imiz var. Sait Faik “Lüzumsuz Adam” isimli eserinde, “Ben çok acayip bir adamım, gözüm kimseyi görmüyor, kimse kapımı çalmıyor ve doğruyu söylemek gerekirse çalmalarını da istemiyorum.” Yazar bu eserinde böyle uzun bir monolog yapıyor. Yine hastalık hastası yazarlardan biri de dünya insanlığını savaşlardan ve yoksulluktan kurtarmaya çalışan dahi yazar Tolstoy’dur, o Tolstoy ki… Seksen yaşında evini, çocuklarını ve elli yıllık eşini bırakıp kaçıyor. Kaçış nedenlerinden biri ölüm korkusu diğeri de eşinin baskılarıdır. Haddime düşmez ama sevgili Tolstoy ya bir de Kleopatra gibi ihtiraslı, kıskanç, paranoya, acı çeken ve çektiren, yenilgiyi asla kabul etmeyen bir eşin olsaydı ne yapardın? Demek ki o zaman daha erken, 50 yaşında falan evden kaçardın. İnsana acı çektirmeyen, heyecanlandırmayan ve düşündürmeyen kadınların hiçbirinin eşi ne yazardır ne düşünürdür ne de ressamdır çünkü büyük yazarları yazar yapan ya da bir adamı şair ya da filozof yapan kadındır. Mesela Sokrates diyor ki, bir kadını ya seversiniz, ona katlanırsınız ya da onun yüzünden filozof olursunuz. Şahsen benim fikrimi sorarsanız ben hastalıklı ilişkileri severim. Çelişkileri olmayan, düz akıllı ilişkiler asla yaşamak istemem. İnsanların söylemekten ve yapmaktan korktukları çok önemli şeyler vardır. Bunların başında kendilerine bile söylemekten çekindikleri saklı gizli şeylerdir. Zaman zaman geçmişte yapıp ettiklerimi düşünürüm. Bir sürü ayıplı yasaklı şeyler yaptığımı görürüm, zaman zaman niye yapmışım diye de utanırım. Bunları konuşacak ortam olmadığı için yaptığımı düşünüyorum. Gerçi bugün de yok ama ünlü İngiliz yazar Bernard Shaw, “Yaşını açıklayan kadınlardan korkun.” diyor, çünkü onlar her şeyi söylerler. Kendime bakıyorum da 70 yaşına geldim ama hâlâ söylemek istediklerimi söyleyemiyorum. Bu da ülkenin sosyal ve siyasal gidişiyle ilgili. Hâlâ kötülükler bataklığında yüzüyorum, bu yaşıma geldim hâlâ kötü fikirlerimin kölesiyim, karnım açken dışarıya karşı aç olduğumu büyük, sorunlarım olduğunu hala söyleyemiyorum, iyi olmadığım halde nasılsın diyenlere hâlâ ikiyüzlüce “Çok iyiyim, çok mutluyum.” deyip hem onlara hem kendime yalan söylüyorum. Yani bu yaşıma geldim hâlâ ikiyüzlülükten ve hileli düşüncelerden kurtulmuş değilim. Tartışırken hâlâ doğruyu bulmak için değil, haklı olmak için tartışıyorum. Ha şunu da söyleyeyim benim de sevmediğim insanlar var ama inanın ben onları kötü olduklarından değil kendim kötü düşündüğüm için sevmiyorum. Yani bunun hatası bende, bu benim yaptığım şeyi milyonlarca insanın yaptığını da biliyorum. Bir süre önce spor yaptığımız parkın önünden geçen yolda bir minibüs bir kadına vurmuştu. O kadar insanın içinde o sevmediğim adam hepimizden önce koşmuş önce kadına sahip çıkmış sonradan da şoförle tartışmıştı. O zaman bir defa daha anladım ki o adamı sevmememin nedeni adamın kötü olduğundan değil benim yanlış düşünmemdi.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.