ANNELERİN GÖZYAŞLARI
Benim ülkemin kadınları kara yazgılıdır, ömürleri asker yolu, sevgili yolu, gurbetteki eşlerinin yollarını beklemekle geçer. Yüreklerini yoksulluk, aşağılanmışlık yaralamıştır.
Analarını ve eşlerini yitirenler iyi bilirler ki annelerimizi yitirdiğimiz zaman yetim kalırız ama eşlerimizi yitirdiğimiz zaman hem yetim hem de öksüz kalırız.
Çok çok eski zamanlarda eşlerden biri öldüğü zaman diğerini de canlı canlı yanına koyarmışlar. Dün bir tanıdığım yanıma geldi, adamın omuzları düşmüş, yüzü solmuş, saçı sakalı birbirine karışmış... Ne oldu, bu ne hal? dedim. Ağlayan bir sesle zorlanarak üzgün üzgün eşim öldü dedi. Son güz yaprakları gibi sallanıyordu. Bu tür şeyler bana hep sevgili annemi hatırlatır. Onun çaresizliğine üzülürüm. Olduğum zaman on yaşındaydım, babam gurbetteydi, mevsim kıştı, kışın ortasında unumuz ve tezeğimiz bitmişti. Açlığa ne ise ama sovuğa dayanamıyor insan. Bir ay böyle geçti, sonra dedem imdadımıza yetişti. Annem o günlerde üç dörtkez ağladı. Bir kaç kez de ölmek istediğini söylemişti. O günlerden kalma şimdi nerde ağlayan kadın görsem hemen annem gözümün önüne gelir.
Üzülürüm... Babam bize hep namuslu olmayı öğreti, ona da babası böyle öğretmiş. Kendi emeğimizle ekip biçip yaşayaçaktık. Bizim kültürümüz budur. Ben de çoçuklarıma bu kültürü öğrettim. Namuslu olmanın yolu çalıp çırpmaktan değil çalışıp emek vermekten geçiyor. Kış mevsimleri yoksullara, evsizlere, işsizlere işkence; zenginlere de romantiklik verir. Ne yazık ki benim halkımın yüzde doksanı yoksul, yüzde onu da zengin ülkenin mili gellirini. İşte bu yüzde onluk kasalarına akıtıyor milli geliri. Böyle adaletsiz dağıtılan bir ülke kadınlarını öldüren, aşağılayan asla mutlu olamaz. Her ülkenin çocuklarını anneleri eğitir. Kaderlerini anneleri çizerler. Geleceklerini anneleri belirler. Sonraki yapılan hiçbir eğitim çoçukları değiştiremez. Şimdi hayatı perişan olmuş bir anneyi anlatmak istiyorum.
Zaman zaman çorba içmeye gittiğim lokantanın önünde bir kadın dışardan camdan yemeklere bakıyordu. Hava da çok soğuktu, gel sana çorba söyleyim dedim. Bir masaya oturduk. Ondan gizli garsonlara ona özel davranmalarını söyledim. Üç garson yan yana durup buyurun hanımefendi ne yemek istersiniz? çok sevindi. Çorba içerken ağladı, ben de ağladım. Çünkü annemi gördüm onda.
Benim ülkemde kadınlar kara yazgılıdır demem boşuna değil. Kırk yıl önceydi memleketim Hanak'a gitmiştim. Yoksul, kimsesiz genç bir kadın hasta çocuğunu Hanak Sağlık Ocağı'na getirirken çocuk yolda ölmüş. Öldüğüne inanmamış getirmiş, doktor çocuğunuz çoktan ölmüş diyince kıyamet kopmuş o an. Ben de oradayım. Kadın çocuğuna "sen ölmedin ölemezsin, oğlum ölüyor ne olur konuş benimle"...
Bu ülkede böyle yüz milyonlarca kadın var. Ekonomik yoksulluk yüzünden yüzlerce çocuk bebek yaştayken ölüyor. Kadınların çilesi hiç bitmiyor. İnsanlar çaresizlikleri yüzünden totocu, piyangocu, at yarışçısı olmuş durumda.
Maalesef insanların büyükçe bir bölümü yoksulluktan kurtulma umudunu bu tür kumara bağlamış durumdalar. Çaresizlik yüzünden insanlarımızın yüzleri gülmüyor. Şüphesiz her yıl birkaç kişi küçük ikramiyeler alıyor. Asıl kazanan bu kapitalist sistem oluyor. Maalesef bütün bunlar başımıza eğitimsizlikten geliyor.
Kadınlar kadınlar kadınlar... Her yıl beş yüz altı yüz öldürülen kadınlar var. Çöp bidonların cami havlularına çoçuklarını bırakan kadınlar, dilencilik yapan kadınlar, hırsızlık yapan kadınlar...
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.