AÇLARIN MEZARI VAR
Çok darlandıkları ve bunaldıkları zaman annemle babam köydeki ocağın başına oturur dertleşirler. Köyün en yoksul ailesiydik ve sevgili annem yoksulluğumuzun sebebini babamın beceriksizliğine bağlardı. Yüzüne “Tutturmuşsun bir doğruluk, doğruluk sana peynir, un, ot, saman, tarla, çayır mı veriyor? Doğruluğundan dolayı sana birileri bir hediye mi veriyor? Dünyada herkes yanlış bir sen doğrusun bak çelini çocuğunu üç kuruşluk adamların kapısına köle etmişsin.” Babam hiç sesini çıkarmaz ocağın külüne bakardı, sabırlı da bir adamdı. Babamla annemin bu tür tartışmaları “10. Köy” romanındaki romanın başkahramanı öğretmenle eşine benzerdi. O romanda da o öğretmen gittiği her yerde yanlışlara ve adaletsizliklere karşı çıktığı için adaleti dürüstlüğü savunduğu için köyden köye sürgün oluyordu. Devlet tarafından babam neden yoksul olduğunu bildiği gibi zenginlerin de neden ve nasıl zenginleştiğini bilirdi. Onun adaletli olma inancı boş bir inanç değildi. Dostoyevski, “İnsanın acısı bilincinin gücü kadardır.” der. Annem çok büyük acılar çekmiştir babama bu isyanının sebebi, adaletsizlik yapanlara gücünün yetmediğindendi. Hiç unutmam, istesem de zaten unutamam, babam evden çıktıktan sonra sevgili annecim ellerini göğe kaldırır Allah’tan babama akıl fikir dilerdi. Babam annemin nezdinde akılsız ve fikirsiz biri olarak öldü oysa adamın ömrü çalışmakla geçti. Yazın köyde varlıklı ailelere, kışın da Zonguldak’ta kömürde çalışırdı. Çalışarak zenginleşilseydi en başta babam zenginleşirdi çünkü kimse çalışarak zenginleşemez, çünkü zenginleşmek başkasının fakirleşmesi üzerine kurulmuştur. Yani zenginleşmenin yolu sömürüden geçer. Şair Can Yücel “Ben en çok babamı sevdim.” der. Babasını sevmesini onun adaletli ve namuslu olmasına bağlar. Ben de en çok annemi sevdim, bana miras olarak bir delilik bırakmasına rağmen o dünyanın en güzel gözlü kadınıydı, elbette onu çok özlüyorum çimen yeşili gözlerini gerçekten çok özledim. Onun ağlamasına ve yoksullaşmasına sebep olanlara lanet olsun. Açlık çekmeyenler için bu yazdıklarımın hiçbir önemi olmayabilir. Kibirli ve önyargılı kimi insanlar yazdıklarımı farklı anlamış olabilirler, hani şu açın mezarını kim görmüş diyenler var ya onlara söylüyorum. Dünyadaki mezarlıkların yüzde doksanı açların mezarıdır. Annemin ve babamın öyküsünü yazmamın nedeni de bundandır, sevgili annem ve babam aç olanların mezarlığında yatıyorlar çünkü özledikleri ve istedikleri hiçbir şeyi yiyemedikleri gibi giyemediler de. Mutsuz doğdular mutsuz öldüler çünkü yoksuldular. Kimsenin hakkında hüküm vermiyorum çünkü kimsenin de benim hakkımda hüküm vermesini istemiyorum. Açlık, insanların hiç yiyecekleri yoktu anlamına gelmiyor, yediklerinin kendilerine bir faydası olmayan yani besin değeri olmayan şeyleri yiyenler ve sadece ayakta durmak için çalışanlar açtırlar. Alamadığınız protein değeri yüksek yiyeceklerin hayalini kuruyorsanız bu sizin aç olmanız anlamına gelir daha açık söyleyeyim; yardımlarla yaşıyorsanız bu daha büyük açlık anlamına gelir. Bu anlamda dünyanın mezarlıklarında yatan insanların yüzde doksanı hatta daha fazlası aç insanların yattığı mezarlıklardır. Şimdi kısa öyküsünü anlatacağım insanı yani Zonguldaklı Necati’yi Süreyya Paşa Verem Hastanesi’nde 1982 yılında tanımıştım. O hastanede Necati’nin durumunda yüzlerce veremli hasta vardı. Verem beslenme eksikliğinden ortaya çıkan bir hastalıktır, kısa sürede insanın akciğerlerini yer bitirir. İşte bu yüzden diyorum ki dünyanın her yerinde aç insanların mezarlığı vardır. Siz hiç verem hastalığına yakalanmış hastanelerde yatan zengin bir adam gördünüz ya da duydunuz mu? Açın mezarı yoktur, yaygınlaştıran işte bu zenginlerdir ve niyetleri çok açıktır. Verem hastası diyorum ya bir dönem ben de vereme yakalandım ve Süreyya Paşa Hastanesi’ne yatırıldım. Bir gün röntgenin önünde sıra beklerken bir eliyle belinden düşen pantolonunu yukarı çekmeye çalışan bir adam gördüm işte bu adamın ismi Necati’dir. Zonguldak kömür ocağında çalışırken verem olmuş, veremi kansere dönüşmüştü. Hayatımda bu kadar zayıf ve halsiz bir adam görmemiştim. Sık sık öksürüyor, elindeki kutuya ağzından kese kese gelen kanları dökülüyordu. İşte size açlıktan ölen bir adam, Necati, yirmi gün sonra öldü zaten buna zenginin keyfi fukaranın canı derler. Açın mezarı yok diyorlar ya onlara, aç mı görmek istiyorsunuz? Her kış büyük şehirlerimizde soğuktan korunmak için sokaklardan ve köprü altlarından toplanan bir süre barınaklarda barındırılan insanları gidip görmelerini öneririm. Bu insanlar ölürken nasıl öldüklerini düşünebiliyor musunuz? Neymiş efendim açın mezarı yokmuş hadi oradan.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.