ZARFIN DIŞIYLA İÇİ…
Siyaseti takip etmeyi bırakalı yıllar oldu, yazılanları dahi okumaya tahammülüm kalmadı artık. Siyasete ilgi duymadığım için değil, seviyenin artık benim ciddiye alacağım çizginin çok altında kaldığı için. Kiminle konuşursam aynı ruh durumunda, hatta konulardan olabildiğince uzak durmaya çalışıyorlar. Popüler yaklaşımda, ülkeden gitmenin çözüm olmayacağını da kabullenmiş durumdalar artık. Sevdiklerin buradayken nasıl çekip gidersin…
Ben de bu topraklarda doğdum, büyüdüm, okudum, çalıştım çoğunuz gibi. Bizim en büyük sıkıntımız hemen her şeyi hızlıca unutabilme yeteneğimiz. Hoş gündem o kadar hızlı değişiyor ki hangi birini hatırlayabileceğiz… Unutmak çoğu zaman erdem gibi algılansa da, aslında yaşanılanları unutmamak temkin ve tecrübeyi doğuruyor. Sürekli yazma isteğimin kaynağı da bu. Kelimelerimle inandığım düşüncelerimi aktarmaya çalışmak ve arşivlemenin daha etkili olacağına inanıyorum kendimi bildim bileli. “Söz uçar yazı kalır” teorisi sanırım… Herkese tavsiye ediyorum, yaşadıklarınızı, hislerinizi, bilgilerinizi not alın, arşivleyin bir yerlerde, bakarsınız lazım olur bir gün!
Aklım yettiğince yaşadığım ve bana yaşatılanları unutmuyorum, unutmayacağım... Tek tek, tarih-tarih yapılanları not ediyor hafızam. Bu bir meydan okuma değil açıkçası. Sadece hiç bir şeyi unutmak istemiyorum; ben bu coğrafyada doğdum ve 18 yaşından beri koşulsuz bu ülkeye hizmet ediyorum. Her olumlu/olumsuz fırsatı değerlendirdim hayatımda, okudum, okuttum. İnsanlara sahip olduğum bilgimi karşılıksız dağıttım.
Kendimi bildim bileli, siyasetçilerin hiçbirinden hoşlanmıyorum. Sahte konuşmaları, davranışları sevmiyorum. Döndürülen oyunları çok net görebiliyorum, beyanatların kaynağını okuyabiliyorum, bağlılıkların nedenini çözebiliyorum, ülkenin sorunlarını azaltarak değil çoğaltarak seçimlerin kazanıldığını, aslında her şeyin aynı koflukta ve boşlukta devam edeceğini üzülerek izliyorum. Değişen çok şey olacak lakin hiç bir şey değişmeyecek, Amerikan rüyası gibi. Acı tecrübe diye nitelendirdiğim konuları sindirdiğim de sanılmasın. Aksine, ileride daha yerinde konuşabilmek için kendi doğrularımın üzerine bastırıyorum. Bu benim vicdanımı rahatlatmıyor şuan ama sakince izlemeyi tercih ediyorum.
Ailemi, en yakın arkadaşlarımı, sürekli gittiğimiz o tırt çaycıyı, köşe başındaki simitçiyi, deniz kenarında oturup gazetelerimi okuduğum kenarı kırık bankı hiçbir yerle değişemem. Eminim çoğunuz da değişmezsiniz. Ben bu toprakların insanıyım, siyaset konuşmasam da bildiğim ve inandığımı daima yazıp konuşacağım, dokundurmalarım, serzenişlerim bazılarının hoşuna gitmeyebilir, kişileri ima ettiğimi düşüneneler olabilir. İşin doğrusu ben insanları değil eylemleri ve sonuçlarını önemserim. Dolayısıyla insanlar çok dikkatimi çekmiyor, yaşadığım mahalleye, kente, bölgeye ve ülkeme kazandırdığı ve kaybettirdiği ile değer biçiyorum kişilere. Siyaset yapanların isimlerine ve siluetlerine dikkat etmem, siyaset yapanların mensup olduğu harflere de. Bana formalite gelir bu detaylar. Diyorum ya “sonuç ”önemli benim için, ülkem ne kazanıyor, insanım ne kadar konforlu yaşıyor benim en kuvvetli ölçüm bu…
Bu coğrafyada her gün başka bir şokla güne başlarken, yine müziğimi dinleyeceğim, kitabımı okuyacağım, deniz kenarında efil efil oturacağım, hatırı sayılır kahvemi içeceğim, sanatla uğraşıp ahkam keseceğim, fikirlerle ilgilenip ona buna laf sokacağım, Atatürk'e ve cumhuriyet değerlerime bilinçsizce tek laf söyleyenlere söyleyecek bir kaç lafım hep olacak, özellikle kadınlara anlatacağım, deli gibi çalışacağım, yazabildiğim kadar yazacağım, yani hep aynı olacağım, şimdiye kadar olduğum gibi…
Köyün toprak zengini Mehmet Efendi’nin mercimek tarlasında başına gelen korkunç olayın faili İbrahim Efendi’ye bakarak “Ah komşular ah, olan biteni bilen bilir de, bilmeyen bir dal mercimek sanır” dediği hikâyesi gibi, herkes her şeyi bilir de konuşmak işine gelmez günümüzde…
Yılmayın, umudunuzu da kaybetmeyin, kendinizi gereksiz gündem konuşmalarına kaptırıp enerjinizi boşa tüketmeyin, dedikodu yapılan ortamlarda durmayın, dedikodu yapmayın-yaptırmayın, birilerinin hakkına girmeyin (vebali ağır olur, ödeyemezsiniz), işinize gücünüze bakın, çalışın-vaktinizi boş işlerle öldürmeyin, yalan konuşmayın, başkasının hayatına saygı gösterin, fikirlere değer verin… Yani kısaca insan olun…
Seçimler yaklaşıyor, işin doğrusu bu hengâmeye dayanamıyorum… Kaba saba konuşmalara, seviyesiz çıkışlara, saygısız beyanatlara, sahteliğe tahammül edemiyorum. Sadece her şey keşke daha iyi koşullarda olsaydı halkım için diye hayıflanıp duruyorum. Daha çok okusaydı, daha çok sorgulasaydı, daha çok araştırsaydı... Duyduğu her şeye inanmasaydı diyorum.
Seçerek, üzerine düşünerek, karşılıklı emek harcayarak birbirimizin hayatına dahil olduğumuz insanları çok seviyorum. Hangi takımı tutarlarsa tutsunlar. Onlarla birlikte bu topraklarda yaşamayı seviyor ve böyle çok daha güçlü hissediyorum. Bu ülkenin vicdan sahibi, aklı başında insanları, olanlara şaşırma eşiğini zaten çoktan geçti... Bu noktada, bu fikirlerle, bu inançla, ben devam edeceğim. İşimi-gücümü bu topraklarda her zaman ki gibi çalmadan, çırpmadan, yok etmeden, zarar vermeden inşa edeceğim.
SONSÖZ:
İnanıyorum ki ülkenin her kademesinde çalışan yöneticiler, söz verdikleri insanları için güvenli bir geleceğe yatırım yapmanın, zaman ve emek kaybı olmadığını düşünmeye başladıkları an her şey değişecek bu ülkede...