YALANIN DA BİR ESTETİĞİ OLMALI
Daha önceki bir yazımda yalan ve yalancılarla ilgili çok düşündüğümü, bu konuda birçok yazı yazmak istediğimi belirtmiştim.
“Arsızların güçlü olduğu yerde haklılar suçlu olur” sözünü kim söyledi bilmiyorum ama ister yerel, ister ulusal düzeyde olsun, Türkiye, tam da bu durumu yaşıyor.
Birçok vatandaşımız, bu sözü bilmese bile, gerçekleri yaşayarak öğrenmiş ya da hissetmiş. Hal böyle olunca, haklı olduğu halde suçlu duruma düşmemek için, mücadele etmek yerine sindirim sistemini güçlendirmeyi tercih etmiş ve rahata ermiş.
Sonra da “böyle gelmiş böyle gider” veya “hiçbir şey değiştiremezsin” gibi acayip veciz sözler üreterek hazımsızlığa iyi gelsin, diye, hap niyetine kullanır ve kullandırır olmuş.
Sindirim sistemi dış dünya ile bir türlü uyum sağlayamayan insanlar ise, yeni doğan bebeklerin ilk altı ayda çektiği gaz sancılarına benzer bir acıyı hala çekmeye devam ediyorlar. Elbette onların da sancılarının hafiflediği durumlar var. Ara sıra dış dünyaya meydan okuyorlar, mesela. Bu eylemleriyle pek bir şey elde edemiyor olsalar da, biraz ses getiriyor ve acayip rahatlıyorlar. Esintileri kayaları yerinden oynatamasa da aşındırıyor.
Gelmek istediğim nokta şu ki; artık “insanlar yalan söylemesin, açık olsun” gibi naif bir istekten vazgeçtim, hiç değilse yalanlar söylenirken biraz estetik olunsun, noktasına geldim. Çünkü Türkiye’deki yalancıların kendileri gibi, yalanları da kaba. Kısa bir süre sonra, bu yalanları fark ediyorsunuz. Ses çıkarmayıp gözlemlemeye devam ettiğiniz zaman, bu yalanlarda zekânın estetik parlaklığını değil, hırsın ve utanmazlığın çirkin karanlığını görüyorsunuz.
Şöyle ki; gözünün içine baka baka, hiçbir utanç kırıntısı göstermeden, alışmışlığın verdiği huzurla ama illa ki korkaklığın perdesi olan saldırıya hazır duruşuyla; beyninizi, kalbinizi dumura uğratan bir pervasızlık mevcut. İnsan afallayıp kalırken, kafasında sadece ve sadece üç kelimelik bir soru beliriyor: Hakikaten insan, nedir?
Bu sorunun cevabını bulabilmek için SCHOPENHAUER’a başvurdum. Cevabını da buldum.
Son yıllarda bu kadar yalan ve yalancının türemesi, bunu gereklilik olarak görmeleri ruhumu yordu. Zaten çarpık kentleşmelerden, çevre kirliliğinden bunalmış ben, kirli ruhlarla da sık karşılaşınca isyan ettim.
Böyle bir ruh halinden geçerken canım sıkıldı ve bir sinema izlemek istedim. Allah’ın hikmeti midir, tesadüf müdür bilmem ama yalanın ve sahteliğin çok incelikli anlatıldığı dramatik bir film seyrettim.
Film, altmış yaşlarında olan VirJil’in başından geçenleri anlatıyordu. Virjil, kadınlara hayran ama hiç evlenmemiş, sanattan çok iyi anlayan başarılı bir müzayedeci. Ömrünü sanat eserlerinin orijinali ile sahtesini ayırt etmeye adamış. Bu arada ünlü ressamlara ait yüzlerce kadın portresini de binlerce dolar ödeyerek alıyor ve evinin bir bölümünde duvarlara asıyor.
Kadınlara hayranlığına rağmen, güvensizlik nedeniyle evlenemeyen Virjil, bir gün kimsesiz bildiği bir kadına aşık olur. Filmin sonunda ilk aşkını yaşadığı bu kadın, Virjil’in titizlikle kurduğu hayatını bütünüyle alt üst eder. İşin en çarpıcı tarafı, sanat eserlerinin sahtesini en küçük ayrıntılarda yakalayabilen Virjil, insanlardaki sahteliği, ne yazık ki fark edemez. Yalanlar ve yalanların aktörleri, film boyunca kurdukları tezgâhı öylesine başarılı ve etkileyici yönetiyorlar ki Virjil’in şüphe duyması imkânsız.
Virjil’in gerçek bir dostu, filmin ortalarında küçük bir çelişki yakalamıştı ve uyarı niteliğinde nazikçe, şöyle söylüyordu: “İnsan duyguları sanat eserleri gibidir. Taklitler tamamen orijinal gibi gözükebilir. Her şey taklit edilebilir. Sevinç, acı, hastalık, şifa, nefret… Hatta aşk bile…” Çok iyi kurgulanan filmde, yalanlar, gerçek gibi sizi öyle bir içine çekiyor ki, bu sözlerin vuruculuğu bile dikkatlerinizden kaçıp gidiyor.
Virjil, zeki bir adamdı, üstelik güvensiz. Bu özelliklerine rağmen aşkının da, kendi zekâsından daha üst bir zekâ ile kurgulanmış bir yalanın da, kurbanı oldu.
Arsızlığa yamalı yalanlar mide bulandırırken, içiniz çok acısa da filmdeki yalana hayranlık duyuyorsunuz. Yalanda da bir güzellik, zariflik ve zekâ olmalı canım, demenden edemiyorsunuz.