Umudu aşılayabilir mi ? (5)
Halkların Demokratik Partisi’ne (HDP) ait seçim bildirgesini irdelemek, diğerlerinden biraz uzun sürecek gibi, ama bitecek elbet.
Bildirgenin ‘’Kürt sorunu ve çözüm süreci’’ başlığı dikkatle incelenmeli…
‘’Cumhuriyet'in kuruluşundan beri Kürt halkının kolektif varlığının ve temel demokratik haklarının ret ve inkâr edilmesi, sistemli asimilasyon politikalarının uygulanması Kürt sorununun politik temelini oluşturur’’ denilerek, köklü bir tanım yer alıyor.
Doğrudur, inkar politikaları meselenin özünün gizlemiş, aynı topraklar üzerinde yaşayan halkların birbirine düşman edilmesine kadar uzanmıştır.
Ama, bu sorunun kökten halledilmesinin yolu da, bugün yürütülen sözde çözüm sürecin değildir. Çünkü, sermayenin ve onun çıkarlarını koruyan siyasal anlayışların, meselenin demokratik çözümlerinden yana tavır koymasını beklemek, en hafifinden saf dillik olacaktır.
HDP, bu sürecin bir aşaması olarak Dolmabahçe Mutabakatı'nda açıklanan 10 maddeyi, çözümün ilkesel çerçevesi olarak kabul ediyor. Mutabakatı yapan taraflardan biri, sermayenin siyasal temsilcisi. Yani işbirlikçi, yani Amerikancı, yani gerici politikaların yılmaz savunucusu. Taraflardan diğeri ise kendi tanımlaması dikkate alınırsa işçiden, emekçiden haktan, hukuktan, halkların kardeşliğinden yana, sömürünün karşısında bir duruş sergiliyor.
Hal böyleyken nasıl bir uzlaşma noktası bulacakları merak konusu…
Bildirgede, halkların birlikte yaşam iradesi gerçekliğine işaret eden şu paragraf çok önemlidir. Deniliyor ki;
‘’Günümüze gelene kadar sistemli bir devlet politikası olarak, halkların birbirlerine uzaklığı üzerine örülen ilişkiler ve söylemler, halklarımızın bir arada yaşamasını engelleyememiştir. Tarihi dayanakları olan halkların birlikte ve eşit yaşamı, demokratik cumhuriyetin temel dayanağını ve üzerine birlikteliğimizi inşa edeceğimiz esası oluşturur.’’
Bu önemli bir değerlendirme, ama dediğim gibi ucunda AKP’nin bulunduğu bir müzakere sürecinde varılacak noktayı tarif etmekten uzak.
‘’Partimiz, her koşuda silahsız çözüm ve demokratik siyaseti savunacak’’ ifadesi de, uzun yıllardır gerilimden beslenenlere set çekmek, halkların barış umudunu yeşertmek adına çok önemli.
Ancak, bu konudaki tek karar mekanizmasının HDP olmadığı unutulmamalıdır…
Dış politika başlığı da, bildirgenin ilgi çekici başlıklarından.
Başta Ortadoğu olmak üzere, tüm dünya halklarının kendi siyasi geleceklerini özgürce belirlemeleri ve halkların kendi kendilerini yönetecekleri demokratik, eşitlikçi ve özgürlükçü bir yönetim anlayışını geliştirmeleri ve uygulamaları için çalışılacağı sözü veriliyor.
Buna ‘’hayır, böyle olmamalı’’ demek mümkün mü ?
Ama, üzerinde yaşanılan coğrafyaya bakıldığında, BARIŞ cümlelerini çok öne çıkaran yaklaşımlar olsa bile bugünden yarına ‘’mutlak strateji budur’’ denilerek uygulanabilecek bir stratejiden söz etmek olası değil. Çünkü, bölgedeki dengeler hergün altüst olup değişebiliyor.
Bugün düşman belledikleriyle yarın dostluk yapan onlarca ırkçı, şeriatçı, gerici örgütün cirit attığı bir coğrafyada, dış politika bağlamında sürekli barıştan söz etmek, pek gerçekçi değil.
Buna, ABD’nin Suriye politikasında yaşanan taraflaşmaya bakarak örnek oluşturulabilir.
‘’Suriye'deki iç savaşın sona erdirilmesi, halkların kardeşliğine ve eşitliğine dayalı bir çözümün ortaya çıkarılması için çaba harcanacak’’ demek, tek başına yeterli değildir. Cihatçı unsurların bölgeye geçerken Türkiye'yi köprü olarak kullanmasını kesin olarak engellenmesi, uluslar arası emperyalist güçlerle sağlanacak mutabakat sonucu hayata geçirilebilir.
Aksini söylemek, kendimizi aldatmak anlamına da gelir…
İsrail’in işgalci politikalarına, Filistin halkının kendi siyasi geleceğini belirlemesine,
Kıbrıslı Türk ve Rum halklarının Ada'nın bölünmüşlüğüne son vermek için ortaya koydukları çözüm iradelerine, Ermeni halkıyla dostluk köprülerinin kurulabilir olmasına sadece BARIŞ İSTİYORUZ diyerek çıktı yaratılamaz.
(Sürecek)