Taziye evinden
İnsanların bir araya gelerek yaşadıklarını, gördüklerini ve duyduklarını birbirlerine anlatma bakımından dünyanın ender ülkelerinden biridir. B öyle yaparak bilmeden sıkı bir psikolojik tedavi görmüş oluyorlar. Bugünkü dünya koşullarında Türkiye halkının birlik ve beraberliğinin altında yatan en önemli etken budur bence. İnsanlar birbirlerine içlerini dökerek rahatlıyorlar. Birbirlerinin dertlerini- sıkıntılarını paylaşıyorlar, çünkü..
Çünkü dünyanın en çok anlatıcıları bu ülkededir. Özellikle köylerimizde araştırılsa onlarca anlatıcı çıkar. Hayal dünyaları geniş- zeki tanıdığım çok insan olmuştur. Devlet bu tür işlere önem vermediği için bu tür insanlar doğar, büyür su yüzüne çıkmadan da ölür giderler.
Dünyanın en büyük yazarlarından Tolstoy, Maksim Gorgi, Yaşar Kemal, yine dünyanın en büyük ressamlarından Abidin Dino, Fikret Mualla köy kökenli böyle büyük sanatçılardandırlar. Bu tür yaratıcı ruhu taşıyan binlerce insan vardır bu Türkiye’de. Ne âşık Veysel, ne Mahsuni Şerif, ne Neyzen Teyfik üniversite okumamıştılar. Türkiye’nin dünya çapında büyük sanatkarıydılar bu insanlar. Türkiye halkı acılı, hüzünlü yoksul bir halktır. Böyle halklar konuşkan olurlar. Sizlere acı çekmenin güzelliğini her yazımda anlatmaya çalıştım. Dilsiz olan konuşmayan iyi eğitim alamayan insanlar büyük acı çekerler. Nitekim acıyı övmek değil ama hayattan zevk almak için acı çekmek önemli.
Şimdi büyük romanlar yazabilecek geleneğimizde büyük yere sahip olan ismini halkın başsağlığı koyduğu yoksul bir aileye ait, hüzünlü acılı bir öykü anlatacağım. Toplumun birlik dayanışmasının temel taşlarındandır. Birkaç yıl önceydi. Sevgili annem ölmemişti. Eşi ölmüş orta yaşlı yoksulluk içinde yaşayan bir kadına başsağlığına gitmiştik. Hoşbeşten sonra annem “başınız sağ olsun bacım ölenle ölünmüyor ki” dedi. Ölümün biz insanlar için olduğunu uzun uzun anlattı. Daha bir sürü şey söyledi. Geçmişten ölenlerden örnekler verdi annem. Müthiş bir anlatıcıydı.
Sıra ölen adamın eşine gelmişti. Sağ olsam ne olacak onsuz olduktan sonra keşke bende onunla ölseydim sık sık eşinin ismini söyleyerek sarsıla sarsıla ağlamaya başladı. Bu anlatış ve ağlama içinde eşiyle kırk yıllık yaşayışlarını kendisini nasıl kaçırdığını, ne kadar çok sevdiğini, nasıl bir babayiğit olduğunu ağladıklarını, güldüklerini anlattı. Bu anlatışta iyi bir yazar Don Kişot çapında bir roman yazabilir. Büyük bir aşk var acı var daha ne olsun?
Kadının anneme anlattığı sözlerin bir kısmı hala aklımdadır.
Kadın ağlaya ağlaya bacım evim yıkıldı. Evimin direği devrildi. Ben şimdi nasıl yaşayacağım. Cemil ne yapacak şimdi. Kime dede diyerek sarılacak öpecek dedeciğim diyecek. Cemil’in üstünden kendini anlatıyordu. Cemil küçük bir bebekti.
Ölüm hayatımızdaki en önemli olay. İyi ölmek için iyi yaşamak gerekir. Bir yerde okumuştum sanırım Yılmaz Güney söylemiş. Fakirin evinde tavuk pişiyorsa ya tavuk hastadır yâda fakir demiş. Çok fakir bir aileydi adam fakir yaşadı ama ölmedi çok zengin öldü. Ölümünü başka bir zamana. Yazarlar aydınlar yoksulları8n yanında olurlar. Yoksulluktan kurtulmaları için onlara yol gösterir güç verirler. Ben Ardahanlıyım, öykünün geçtiği yeri tanıyasınız için söylüyorum. Yörenin yazarlarından dursun Akçam’ın – Ölü Ekmeği- isimli bir öykü kitabı var. Bu öyküyü okursanız, sözünü ettiğim yöreyi daha iyi anlarsınız.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.