MEMLEKETİ KAYIP ASKER ÇOCUĞU
Şahlan artık ey deniz şanlı dostlar geliyor
Ummanlara hükmeden Barbaroslar geliyor
Baş koymuşuz uğruna biz bu coşkun suların
Ruhumuza dalgasız ölçüler dar geliyor
DENİZ HARP OKULU MARŞI (1.kıta)
Söz: Bekir Sıtkı ERDOĞAN
**
Yıllar sonra yolunuz düşer de önünden geçerseniz, babanızın “bak senin doğduğun hastane” dediği kadardır kendinizi ait hissettiğiniz evren. Doğum yerinizin aslında hiçbir şey ifade etmediği sadece nüfus cüzdanında yazan bir şehir olması kadardır. Ailenizdeki tüm bireyler farklı yerlerde doğmuştur. Eğer asker çocuğu olarak doğmuşsanız, kaderiniz tüm coğrafyadır… Asker torunu, asker kızı ve yetmedi bir de asker eşi olduysanız hayatınızın kontrolü artık sizde değildir zaten.
Başka bir konu yazacakken, gündemin yaralayıcı ağırlığı bana bu yazıyı yazdırdı. Bir asker kızı ve çeyrek asır kadar asker eşi olma hakkına sığınarak kaleme aldım.
Eğer ailenizde veya çok yakınınızda bir asker birey yoksa bu yaşam tarzını anlamanız mümkün değil. Çünkü inanın bazen içinde olan bizler dahi anlayamıyoruz. Fakat en azından bugün bir asker çocuğunun hayatına dair küçük bir kesiti sizlerle paylaşırken önyargısız ve sade düşünmenizi istiyorum. (Yazdıklarım hayali değil bilakis kendi hayatıma dair damıtılmış bilgilerdir.)
Binbaşının kızı olarak doğmak 70’li yıllarda çok havalı gözükse de bileğinize takılmış pranganın, renkli taşlı bilezik halidir. Attığınız her adım takip edilir, çocuk olamazsınız. Basit hatalarınız memleket sorunu olur. Sokakta oynarken küfretseniz “komutanın kızı küfretti” diye akşam yemeğinde masaya gelir konu. Ve her zaman nedense siz haksız olursunuz.
Okul değiştirme rekorları kırarsınız. (Sadece ilkokul 4.sınıfı dört farklı şehirde okuyabilirsiniz mesela) Üniversiteye gidene kadar yurt içinde doğudan batıya zikzaklar çizerken arada dilini bilmediğiniz ülkelere de zıplarsınız. Oradan oraya sürüklenirken, kimse sizin ruh durumunuzu falan düşünmez. Genelde kendi başınıza okur, sessizce mezun olursunuz. Şansınız varsa diploma alırken aileniz yanınızdadır. Genelde babalar görevde olduğu için bu mümkün olmaz. İyi ihtimalle duyacağınız en büyük takdir “okul değişikliğinden çok etkilenmedi şükür” olur. Siz en başından bilirsiniz ki ebeveynlerinizin başına dert olmamalısınız. Sanki doğarken bir sorumluluk yüklenmiştir size.
İki yılda bir değiştirilen şehirlerde yeni arkadaşlar, yeni ev, yeni okul ve ortam (hatta platoniklikten öteye gidemeyen aşk) derken, bir anda her şeyi kayıtsız şartsız terk etmek zorunda kalır, gözyaşı bile dökemezsiniz. Her gittiğiniz şehirde geldiğiniz şehrin lakabı ile tanınırsınız. (İstanbullu kız) Benim adıma “Kırmızı saçlı” takısı da eklendiği için daha kolay ayırt edildim. Şükür… Kendinizi zorla kabul ettirip yeni bir arkadaş grubu edindiğinizi hissettiğiniz günler babanıza yeni tayin emri geleceği günlerdir.
Nereye giderseniz gidin siz yenisinizdir. Asker kızı olarak girdiğiniz ortamların çoğu ilk haftaları yalnız geçireceğiniz kâbus günlerinizdir. Eğer girişken bir yapınız yoksa ayrık otu gibi kalırsınız. Şansınız varsa birileri sizle konuşur. O gün koşa koşa eve gittiğinizde annenize anlatacağınız en önemli konu bu olur. Eğer anneniz ev hanımı ise şanslısınız. Çalışan bir anneniz varsa lojmanın kapısında oturur onun gelişini beklersiniz.
Oturduğunuz evlerin hiç biri size ait değildir. Odanızın duvarlarına bir şey çakmak veya poster asmak bile yasaklanır babanız tarafından “devletin malı demirbaşa kayıtlı” der. Eşyalar hep portatif ve kutulanabilir olmalıdır. Boş kutularımız hep bir yerde saklanır. Koli yapmanın tüm inceliklerini öğrenirsiniz. Zira kendi odanızı siz toplar, kutularsınız. Her taşınmada azala azala sadeleşirsiniz. Eviniz lojmandır. (Şuanda oturduğum ev hatırladığım 17. evdir)
En zorlandığınız ve üzüldüğünüz soru “NERELİSİN?” olur. Çünkü anlatamazsınız, nereli olduğunuzu bilemezsin. Anlatmanız 5 dakikanızı alır. Doğduğunuz yer ayrı, büyüdüğünüz, okula başladığınız her yer ayrı… Kısaca “asker çocuğuyum” dersiniz gülümseyerek.
Kendinizi çok ayrıcalıklı hissedersiniz, zorluklara dirençli durmak için. Gitmeyi hayal dahi edemeyeceğin yerlere ışınlanmaktır asker çocuğu olmak. Beykoz’dan, Tekirdağ Malkara’ya, burası çok güzelmiş derken Kars Sarıkamış’a savrulmaktır. Çocukluk anılarının, yer, mekân ve insan öğelerinin karıştırılmasıdır.
İnsan tanımaktır. Kültür farklılıklarına uyum sağlamaktır. Sürekli sağlam durmayı, sorun çözmeyi, ağlamamayı öğrenmektir. Babanın eve gelmediği görev günleri, onu deli gibi özlemek, yatağında onun dönmesi için sessizce dua etmektir. Akşam yemeklerini babasız yemeğe alışmak ama masa düzenini korumaya çalışan annene daima destek vermektir. Hayatı tek başına çekip çeviren anneni üzmekten ölesiye korkmaktır.
Doğuda görev yapan bir askerin kızıysan, hayatının temkinli yaşanması konusu ile büyütülürsün. Babanın yüzünü gördüğün her ana sarılırsın. Hayata dair senin planın veya kararların olamaz. Disiplinli ve ciddi bir yaşantın olur. “İçine ağlamak” diyorum ben buna. Gittiğin yeni yerde ağlarsın, alışamazsın ağlarsın, ayrılırken ağlarsın, özlersin yine ağlarsın… Asker çocuğu olmak hayata benzersiz bir bakış açısı katar zorunlu olarak.
"Zamanında gelirsen, geç kalmışındır" ifadesini anladıysanız, askeri bir ailede büyümüşünüzdür. "Alpha, Bravo, Charlie" nin ne olduğu hakkında fikriniz vardır. Çok uzaklardan gelen tiz İstiklal Marşı’nı duyabilecek kulak hassasiyetiniz gelişir, gayri ihtiyarı saygı duruşuna geçersiniz, evin içinde bile olsanız. Bayrağımızı nerede görsen yıpranmış mı, ütüsüz mü ilk dikkat ettiğiniz husus olur.
Sayısız coğrafyadan sayısız arkadaşın olur. Hayat hikâyeniz hep renkli gelir karşınızdakine bazen de hayalci. Ama o kadar hızlı yaşanır ki size bile tuhaf gelir bazen. Her şeye merak duyarsınız. Hayata nasıl adapte olabileceğinizi öğrenirsiniz. Özgüveniniz artar. Baş etme konusunda harikasınızdır.
Doğduğunuz ülkeyi sevmeyi ve takdir etmeyi yaşayarak, büyürsünüz. Vatanseverlik damarlarınızda dalgalanır ve kendinizden daha büyük bir şeye nasıl inanacağınızı ve onu nasıl savunacağınızı öğrenirsiniz. Ülkesine canıyla hizmet eden askerlerin süper kahramanlar olmadığını, etten kemikten, cesaret ve sorumluluk duygusuyla dolu sıradan insanlar olduğunu görürsünüz. İnsanlara değer verirsiniz.
Asker çocuğu olduğunuzu öğrendikleri an, onların hayatında geçici olduğunuzu düşünürler ve uzaklaşırlar. Buna karşı sağlam bir tavrınız olur: “Çünkü bir şeyin geçici olduğunu bildiğinde, onu coşkuyla beslersin. Bizler hayatlarındaki insanları nasıl takdir edeceğimizi, güzel günlerden keyif almayı ve bu anıları sonsuza kadar saklamayı biliriz.”
Maruz kalabileceğiniz her türlü zorbalığa aşina olursunuz. Uyum yeteneğiniz sayesinde küstahlıklara karşı onurunuzla korunmayı ve bu kişilerle muhatap olmamayı öğrenirsiniz. Aileniz sizi savaşmaya değil korunmaya yönlendirmiştir. Nezaketle çözümü öğretmiştir.
Babalarımızın görevli olduğu tüm gemilerin direk şapkalarında Kuran-ı Kerim bulunduğunu, gemide yapılan ilk hareketlerde "Bismillah" dendiğini, pazartesi günleri etsiz, küçük taneli, gemici fasulyesi piştiğini, köprü üstüne giriş çıkışlarda son söz olarak Allah Selamet Versin deyişini bilerek büyütülürsünüz.
Asker çocuğu olmanın başınıza gelen en güzel şey olduğuna inanırsınız, o kolladığınız anneniz gibi siz de dört kolla hayata asılır tek başınıza yuva olursunuz. Hayatı sürekli düzene sokmak gibi bir kaygınız gelişir. Sürekli birilerini bir şey için ikna etmeye çalışırsınız. Her şeyden sorumlu olduğunuzu düşünür, dertlenirsiniz.
Diyeceğim o ki; sivil hayattan algılandığı gibi bedava lojman, sudan ucuz kantin, şehrin en güzel yeri inancı (disiplin gittiği yere düzen ve temizlik getirdiği için, o yer kentin en güzel yeri haline döner), eğlencesi bol, bir eli yağda bir eli balda rahatlığı, tuzu kuruluk mertebesine yükselmiş bir hayat değil maalesef bu GERÇEKLER. Asker çocukları ne kadar güçlü olsak da kırılgan yanımız ağırdır. Dünyaya farklı hassasiyetle bakar, onurumuz için gemileri değil tümden limanı yakmakta tereddüt etmeyiz. Bedelleri ağır bir hayatımız olduğu için her şeyi ciddiye alırız. Sarf edilen sözler, davranışlar namus meselemiz, gülüşümüz hayata karşı direnç kalkanımızdır.
Bu ağır süreçte bir ülkenin hayat sigortası olan silahlı kuvvetleri ve ailelerine daha önyargısız ve saygıyla bakabilmenizi diliyorum. Birçoğunuzun normalleştirdiği standart hayat koşulları, bizler için özlemle baktığımız duygulardan ibaret. Uzun ayların ardından limanda babası ile kavuşmayı bekleyen bir çocuğun, boynuna atladığında ilk cümlesi “baba ne zaman gideceksin?” oluyorsa eğer, bildiğiniz gerçeklerle yaşanılan gerçekler arasındaki ağır bedeli düşünmenin vakti gelmiştir, hatta geçmiştir…