Liberalliğin dayanılmaz hafifliği !
Haziran Direnişi’nden sonra liberalizmin ideolojiler alanındaki etkisini yitirdiği sıkça tartışıldı. Son olarak da, Boğaziçi Üniversitesi’ndeki tepkiler nedeniyle Orhan Pamuk’un üniversiteye gidememesi, “liberalizm ve liberaller” tartışmasını bir kere daha açtı.
Yaşanan gelişmeler üzerine verdikleri demeçler ve kaleme aldıkları yazılardaki saldırgan üslup ve temelsiz tezleri nedeniyle liberallerin etkisinin dip noktasına yaklaştığı açıkça görülüyor.
Liberalizm denince “akla gelen” isimlerin açıklamaları ve yazılarına bakmak, aslında bugün içinde oldukları durumu anlamak için yeterlidir.
Mesela Murat Belge;
‘’Herkes anladıktan sonra söyleyen aydın” olarak anılıyor.
Uzun süre AKP’ye verdiği destekle biliniyor. AKP’nin ülkeyi demokratikleştireceğini savunan Belge bir sabah uyandı ve “Bu hükümetten artık beklentim kalmadı” kararını verdi. Akıllarda yer eden yazı ya da sözlerinden bazıları şunlar:
-Metin Lokumcu’nun çevresi Ergenekoncu’ydu.
-Kulağa kaba gelen bir sözü yumuşatır ve kibarca söyleriz. Örneğin, öldü demek yerine vefat etti deriz.
-Anti-emperyalizm de milliyetçiliğin kibarca söyleniş şeklidir. Milliyetçilik ile solun etkileşimi sadece ülkemize has bir özellik de değildir. Dünyadaki örnekleri oldukça fazladır.”
Çoğaltılabilir ama bu kadarı yeterli…
Mesela, Cengiz Çandar;
-Tarihi’ bir konuşmaydı. Bugüne dek hiçbir Türk lideri, ülkenin ‘tarihi’ ve ‘en sancılı’ sorununa ilişkin öylesine özlü bir konuşma yapmadı.
-Tayyip Erdoğan sadece kendisini tarihi ve şerefli bir yükümlülük altına sokmakla kalmamış, sorunun çözümü enerjisini de serbest bırakmıştır. Kendisinden önceki tüm başbakan ve cumhurbaşkanlarını aştı gitti.
-Bundan böyle ‘vatanı kurtarmak’ gerekçesi ve bahanesiyle askeri darbe hesapları güden silahlı kuvvetler mensupları önünde Balyoz Davası, bir ‘caydırıcı emsal’ olarak yerli yerinde kalacak.”
Mesela Ahmet Altan;
2010 referandumu hakkında AKP’yi değişim, hayırcıları da gericilikle nitelendirdiği açıklaması hala akıllardadır. Şu sözleri de: “Bu ülkenin Kürt ve Türk halklarının bu dövüşte ‘gerici güçleri’ mi yoksa değişimi mi destekleyeceğini hep birlikte göreceğiz.”
Mesela Ufuk Uras;
Seçim yapmak gerçekten zor. ‘Yetmez ama evet’ döneminde hayli ateşli konuşmalar yapan Ufuk Uras’ın konuyla ilgili bir twitine bakmak yeterlidir. Diyor ki;
‘’Yetmez ama evet’le ilgimin olmadığını söylemiştim. 12 Eylül Anayasası’nın değişmesi için yetti gayri, sapına kadar evet dedim.’’
Mesela Roni Marguiles;
“Millet askerin anayasasını ben bozarım deyince oylarıyla askere nanik yapmış olacak” diyen Roni, Yalçın Küçük’ün aldığı ceza için “yüreğimin yağları eridi” demişti.
Mesela Baskın Oran;
Parasız eğitimin yoksul çocuklarının okumasının önünde engel oluşturduğunu söyledi ve üniversitelerin tamamının paralı olmasını savunan yazısıyla gündeme geldi. Referandum sürecinde “darbe anayasası ne kadar değişse sevaptır” diyerek AKP’den darbecileri tasfiye etme beklentisi olduğunu da dile getirdi.
Mesela Ahmet İnsel;
‘Yetmez ama evet’çi döneminde hayır cephesine sert eleştirilerde bulunuyordu. Referandum sürecindeki bir açıklamasında, “Paketin hiçbir maddesinin demokrasi açısından daha geri bir noktaya götürdüğünü söylemek mümkün değil… Öküzün altında buzağı aramayalım………” diyordu.
Mesela Orhan Pamuk;
AKP’nin ülkeyi demokratikleştirdiğini düşünen aydınlardan. 2010 referandumu sürecinde “Darbenin 30. yıldönümünde kurulan sandıkta ‘evet’ diyeceğim. 12 Eylül’le hesaplaşmanın yolu açılıyor. Yargı süreci başlamasa bile referandum 12 Eylül’ün vicdanlarda mahkum edilmesini sağlayacak.” demişti. AKP iktidarının toplumu dinselleştirmeye yönelik adımlar attığı günlerde ise “Laikliğin korunması konusunda kaygılar var, ama bence ülke daha dindar bir hale gelmiyor. Bundan 10-20 yıl önce sokakta içki içen insanlar göremezdiniz” açıklaması da ona ait. Ayrıca imzacısı olduğu mektupta, Beşşar Esad’ı ‘istifa et yoksa sonun Kaddafi gibi olur’ diyerek tehdit eden de oydu.
Liberallik, nasıl bir dayanılmaz hafiflik oluşturuyor, değil mi ?
Kolay değil onca şeyi söyleyip sonradan çark etmek. Önce kızdıklarının değirmenine sonra su taşımak kolay kazanılan meziyet değil.
Çalışınca oluyor, başka ne denilebilir ki…