KURTLARLA KOŞAN RÖNESANS KADINLARI…
“Eğer size bir ara meydan okuyan, işe yaramaz, şımarık, kurnaz, asi, itaatsiz, isyankâr denmişse, çok doğru yoldasınız. O vahşi kadın, yakındadır.”
Kurtlarla Koşan Kadınlar, Clarissa P. Estes
Siyaset ve Lobicilik dersleri alırken bir hocam "bu çağda bir Rönesans Kadını tanıyacağımı hayal edemezdim" demişti. İlk kez duymuştum bu benzetmeyi, oysa ben hep kurtlarla koşan vahşi kadındım…
Kadın’ı araştırmayı, okumayı ve yazmayı seviyorum. Olumlu güçlü enerjileri beni cezbettiği ve güçlü kadınlar tarafından büyütüldüğüm için olabilir. Size bugün kadına şiddeti yazmayacağım, yenilen haklarından bahsetmeyeceğim, işyerinde baskı-taciz konusunu işlemeyeceğim, ilişkide kadını sorgulamayacağım. Bugün kadının içinde var olan ruhuna dokunacağım. Belki kurtlarla koşmayı bırakmış kadınlara Rönesans devrimi yapabileceğini hatırlatmak maksadıyla.
“Rönesans kadını” tabirini araştırdığımda aslında tipik Türk kadını ile karşılaştım, yadırgamadım. Köklerimizi hatırlayın, Türk destanlarında, şeref, ahlak, kahramanlık ve fedakârlık sembolü olarak düşünüle gelmiş, Hunlardan Türkiye Cumhuriyeti'ne, Orhun Nehrinden Tuna Nehrine, İtil Nehrinden Nil Nehrine kadar uzanan coğrafyada göçerlik ve yerleşik hayatı iç içe yaşayan, Gök Tanrı felsefesinden İslamiyet’e kadar farklı inanç sistemleri içerisinde ki Türklerin kadınları, gerek yaşam, gerek siyasi, gerekse toplumsal statüleri sebebiyle savaşın içerisinde yer almış kadınlardır.
Büyüdüklerinde ne olmak istediğine karar veremeyen, sadece bir konu ile ilgilenemeyen fakat odakları bozulmayan, konsantrasyonları sağlam kadınlardır. Yaşamı kazanmanın en az üç yolunu aynı anda düşünebilen ve birini seçmek zorunda kalmak onun için boğucu hissetmesini sağlayan, tek bir işe asla bağlanamayan kadınlardır. İlgilendiği alanlarda konulara hâkim olan, mütevazı havası bile ezici bir his uyandıran okumaya hevesli kadınlardır. Fazla düşünen, düşüncelerini çok açıklamayan, çok da anlaşılamayan kadınlardır.
Sorumluluk duyguları üst düzeyde, kimsenin istemediği işleri üstlenen, gürültü çıkarmadan her işi çözen, bu nedenle nasıl yoğun çalıştığı bilinmeyen kadınlardır. Her zaman özgür hisseden, daha fazla özgürlük isteyen, kısıtlandıklarını hissettikleri zaman hemen uzaklaşan, sırf bu sebeple içlerinden gizlice severken nadir sevdiklerini söyleyen kadınlardır. Yaratıcı olan, daha farklısını hayal eden, kolay ve benzeri olan şeylerin tatmin etmediği, tekrarlardan hoşlanmayan, sürekli başkaları tarafından kopyalanan kadınlardır.
Bilirsiniz, Seyyah İbn Batuta sayısız öyküsünde şehre gelen yabancıydı. Bu öykülerin çoğu Türklerin yaşadığı coğrafyada geçiyordu. Batuta'yı en fazla şaşırtan, kadınların Türk toplumu içerisindeki yeriydi. Dolaştığı tüm beldelerde sosyal hayattan dışlanmış kadınların Türklerde erkeklerden üstün tutulması seyyahı etkiledi.
Yaratılış destanında, Tanrıya insanları ve dünyayı yaratması için ilham veren AK ANA bir kadındır.
Oğuz destanında, Kadınların güzellikleri bir peri masalı ahengi ile anlatılır. Gözler kutup yıldızı, saçlar ırmak dalgası, işler, ince, huy ve edaları süt gibi, kımız gibi tasvir edilir.
Uğur destanında, Böğü Han semavi bir ışıktan doğmuştur.
Dede korkut masallarında; Kadınlar ok atar, ata biner, silah kullanır ve savaşa gider. Kadının Türklerde nasıl görüldüğünü merak edenler için yalnız Dede Korkut bile yeter.
Türk kadınları farklı kadınlardır. Eğer böyle bir kadını anlayabilme şansınız olduysa, bu kadınları sessizce izleyin, güçlü olduğu kadar renkli, ışık tutan, tüm yolları sessizce açan, huzur veren, uyumlu fakat sert çizgileri olan ve yumuşak tabiatı ile sonsuza dek etrafında olmak isteyeceğiniz bir kadındır.
Ve siz kurtlarla koşan Ronesans kadınları, sezgilerinize güvenin, cesaretle tuttuğunuzu kopartın, korku mazeretiniz olmasın, her bir hücreniz “kaç” derken bunun aslında “sevmek” olduğunu bilin, kendiniz olun ve konuşun…