KÜLTÜRLERARASI DİYALOĞUN ADI: AŞURE
Her türlü doğal felaketin yaşandığı bu günlerin belki de tek güzel olgusu “Aşure Ayının” başlamış olması ve biraz olsun ağzımızı tatlandırabilmek. Aslında bizim bildiğimiz kültürümüzde Muharrem ayında bir özel gün yemeği olarak pişirilen aşure, İslam dünyasında süregiden bir gelenek olmasının yanı sıra farklı topluluklarda anlam farklılıkları göstermekte. Bizim anlam olarak bereket, canlanma, yeni yıl tatlısı olarak buğdaydan pişirilen aşure; Bektaşi inanışında Kerbela’da öldürülen Hz. Hüseyin ve beraberindekiler için dev kazanlarda hazırlanan bir matem yemeğidir. Türklerde aşurenin bir ayin şeklinde pişirilmesi geleneği de Bektaşi inancının bir uzantısıdır. Aşurenin hiçbir hayvansal ürün içermemesi şiddetin genel olarak protesto edilmesi olarak ifade edilir. Aşure tarifi hiçbir hayvansal ürün içermemesi itibariyle vegandır. Bektaşi geleneğinde, her sene aşurelerini pişirip konu komşu ile paylaştıkları Muharrem ayında 12 gün boyunca etin tüketilmediği bir oruç tutarak öldürmenin her türlüsünün (besin için kesilen hayvan dâhil) şiddet olduğunu idrak ederler.''
Dergâh kazanlarında törenle hazırlanan ve dağıtılan aşure, zamanla evlerde de pişirilir olmuş, dağıtmak için bu geleneğe özel aşure kapları da beraberinde gelişmiştir.
Buğday, fasulye, nohut, kayısı, incir gibi bakliyat ve yemişlerin birlikte kaynatılması ile hazırlanan yiyeceğe “aşure”; bu yiyeceğin hicri takvime göre Muharrem ayında pişirilmesi ve dağıtılması etrafında oluşan uygulamalara ise “aşure ayı” adı verilir. Aşure geleneğini uygulayan toplulukların bu güne yükledikleri anlama göre aşurenin içine konan malzeme, yapılış tarihi ve amacı değişiklik göstermektedir. Her ne kadar kültürel farklılıklara göre yapılışı değişse de içine konan malzemenin çokluğu ile bilinen ve sevilen bir yiyecektir. Süsleme amacı ile ceviz, çam fıstığı, badem, nar, susam ve tarçın gibi kuruyemiş, meyve ve baharatlar kullanılır.
Bir inanışa göre; aşure günü ismini, Nuh’un tufanda elinde kalan son yiyeceklerden elde ettiği aşure yemeğinden almıştır. Nuh’un Gemisi, tufandan sonra Cudi Dağı’nın zirvesine oturur. Gemidekiler açlıktan ölmemek için, kalan son malzemelerin hepsini karıştırıp aşure yemeğini yaparlar ve bu sayede hayatta kalırlar. Geleneklere göre komşudan gelen aşurenin kabı yıkanmadan geri verilir. Aşure artarsa meyve ağaçlarının dibine dökülür ve bu ağaçların daha çok meyve vereceğine inanılır.
Başka bir inanışa göre de; aşure, buğday kültürü ile Mezopotamya'dan yayılmıştır. Bu yüzden Çin'den İngiltere'ye kadar dünyanın birçok ülkesinde aşure benzeri, bayram veya yeni yıl yemeklerine rastlanır.
Aşurenin ölüler için hazırlanması geleneğinin benzeri, Eski Yunan’da da görülmektedir. Atina’da Anthesterion ayının 11, 12 ve 13. gününde (Şubat ayının sonlarına doğru) yapılan Anthesteria Festivali’nin son gününde çeşitli hububattan yapılan lapa pişirilip Hermes ve Dionisos’a ölüler, özellikle Deukalion tufanında ölenler için sunulur.
Ermenilerin “anuş abur” yani tatlı çorba diye adlandırdıkları aşure, yalnız yılbaşı (31 Aralık) ve Hz. İsa’nın vaftiz günü (diğer adıyla Theofania) olan 6 Ocak tarihleri arasında ve Paskalya öncesi büyük perhiz döneminde pişirilir. Aşure, yılbaşından artan kuruyemiş, buğday ve baklagillerle yapılır. Ermeni geleneğine göre gelin olduğuna inanılan aşurenin buğdayı bir gece önceden pişirilir, evde yaşayanların her birinin bir giysisi ile örtülerek sıcak kalması sağlanır, böylece özünü veren buğday-su karışımına şeker ve diğer malzemeler konularak çorba hazırlanır.
Yılın ilk ayı olan Muharrem'in onuncu günü olan âşûrâ, İslam öncesi kutsal sayılarak, o gün yenilen buğday yemeğine adını vermişti. İslam'ın ortaya çıkmasıyla birlikte aşure yeni anlamlar kazandı. Şiiler o gün Kerbela'da öldürülen Hüseyin için yas yemeği olarak, Sünniler de Âdem’in tövbesinin kabul edilmesi, İbrahim'in ateşten kurtulması, Yakup'un oğlu Yusuf'la buluşması ve Nuh'un gemisinin Cudi Dağı’na oturması gibi çeşitli olaylara dayandırarak aşure yapma geleneğini sürdürdüler.
ŞEMSETTİN SAMİ’NİN KÂMÛS-I TÜRKÎ İSİMLİ KİTABINDA,
1- Muharrem ayının onuncu günü ki kable’l İslâm dahi resmi bir gündü. (İslam öncesi dahi bilinen, kutlanan bir gündü.)
2- Yevm-i mezkûrde pişirilip dağıtılması mu’tâd olan maruf bir tatlı ki, (bahsedilen günde –Muharrem ayının onuncu günü- pişirilip dağıtılması adetten olan bir tatlıdır ki), dövülmüş buğdayla meyve ve huhubâtın ekserisinden birer miktar karıştırmakla yapılır.'' şeklinde ifade edilmiştir.
Aşure, Arapça ''aşu:re'' kelimesinden gelmektedir. Ermeni ve Rum kültüründe de vardır. Ermeniler, 6 Ocak'ta ''anuş-abur'' yaparken; Rumlar, buğday, kuru üzüm ve bal ile yaptıkları ''koliva''yı kilise kapısında dağıtıp ortasına bir mum diktikleri bir tabakla mezarın başına yerleştirmektedirler.
Peki, ''aşure'' ne anlama gelir?
''Aşure, (Aşura) Arapça'da 10 manasına gelen ''aşara'' kelimesinden türemiştir. Sözcüğün Sâmî diller arasında ortak bir sözcük olduğu düşünülmektedir. Ayrıca, sözcük (ve gün) Musevilik inancında Büyük Kefaret Günü için kullanılmıştır.
Bunun dışında Aşure Günü'nde gerçekleştiğine inanılan dini açıdan önemli bazı rivayetler bulunmaktadır. Bunlar;
- Âdem’in işlediği günahtan sonra tövbesinin kabul edilmesi,
- İdris'in diri olarak göğe yükseltilmesi,
- Nuh'un gemisinin tufandan kurtulması,
- İbrahim'in ateşte yanmaması,
- Yakup'un oğlu Yusuf'a kavuşması,
- Eyyub'un hastalıklarının iyileşmesi,
- Musa'nın Kızıldeniz'den geçip İsrailoğulları'nı firavundan kurtarması,
- Yunus'un balığın karnından çıkması,
- İsa'nın doğumu ve ölümden kurtarılıp göğe yükseltilmesidir.
Bu olaylar saygın hadis kitaplarının hemen hepsinde geçmektedir. Musevilerin de bugünü oruçla geçirdikleri, İslam peygamberi Muhammed bin Abdullah'ın bugün de oruç tutmayı tavsiye ettiği, Yahudilere benzememek açısından orucun Aşure günü ile bir gün öncesi veya bir gün sonrası ilâve edilerek tutulması gerektiğine inanılır.''
Türk ve Osmanlı mutfağına ait tarihi yemek kitaplarında bahsedilen Aşure tarifleri küçük farklılıklar gösteriyor:
MUHARREM AŞURESİ - TATLICIBAŞI HADİYE FAHRİYE (1924)
''Muharrem ayında tabh olunan ( karıştırma işlemi) aşureye yedi, sekiz nevi hububat konulmak adettir. Onun için mesela fasulye, nohut, bakla, pirinç gibi harçları ihzar edip (hazır etmek) sonra pişirmeye başlamalıdır.
MELCEÜ’T-TABBÂHÎN (AŞÇILARIN SIĞINAĞI) KİTABI, MEHMET KÂMİL (1844)
AŞURE: Tarîk-i tabhı: Matlûbü’l-mikdâr kabuğu çıkmış buğday ı ba‘det’ tathîr tencere içine koyup bolca su ile bir taşım kaynatıp altına kömür tozu döküp az ateş ile beş-on saat terk ettikten sonra yine altına odun yakıp kaynadıkta içine kaynamış fasulye ve bakla ve pirinç her ne murat olunur ise ilave ve tatlı olacak miktarı asel veya şeker koyup bir taşım dahi kaynatıp indireler.
Eğer pek koyu olur ise bir miktar sıcak su ile alıştırıp tabaklara vaz birle üzerine kavrulmuş badem dizip tenâvül buyrula. Âdisi budur.
SÜZME SARAY AŞURESİ: Ânifen zikr olunduğu üzere buğday ı bolca su ile kaynatıp çatlamaya başladıkça üzerinden kepçe ile helmesini alıp yine su izafe oluna. Bu usule riayet olunarak tamam helme si tekmil olunca kaynaya. Badehu bakiye buğdayı dahi süzdükten sonra işbu cem olmuş helmeyi tencere ile ateşe koyup içine kuş üzümü ve mikdâr-ı vâfî kesilmiş şeker dahi ilave edip kaynadıkça bir miktar miski gülâb ile ezip [s. 80] anı dahi ba‘de’l-izâfe indirip tabaklara taksim ve üzerine badem ve fındık ve fıstık dizilip tenâvül buyrula…