KENT SERİSİ 79: ATAYA SON NÖBET
RÖPORTAJ: Yekta Güngör ÖZDEN (1932)
Türkiye Cumhuriyeti Anayasa Mahkemesi Onursal Başkanı
Atatürkçü Düşünce Derneği E.Genel Başkanı
Gözlerimi kapatıp Cumhuriyetimizin ilk kuruluş yıllarını hayal ettiğimde, zorlu mücadelelerle şekillenen bu ülkenin cesareti, ileri görüşlülüğü ve devrimleriyle tarihe rota çizmiş bir yön belirleyici en büyük lider Mustafa Kemal Atatürk’ü görüyorum. O, sadece bir askeri deha değil, aynı zamanda bir ulusun kaderini yeniden yazan değerli bir devlet adamıdır. Atatürk'ü sadece tarih kitaplarında okumak yetmez, bugünün Türkiye'sinde ki yolculuğumuzda onun ideallerinden ilham almamız şarttır. Onu tanımak ve öğrenmek, geçmişin ışığını taşıyan bir hazinenin açığa çıkması gibidir...
Tarihte büyük liderlerin anıları, onların geride bıraktıkları derin izlerle hatırlanırlar. Onların değerleri, sadece hayatımızda değil, o dönemde yaşayan insanların yüreklerine kazınan hislerde yaşar. Mustafa Kemal Atatürk, Türkiye Cumhuriyeti'nin kurucusu olarak ulusumuzun kaderini çizdi ve dünya üzerinde saygınlığımızı yeniden sağladı. Onu sonsuzluğa uğurlarken yaşanan tüm duygular, milletimizin hafızasına kazınan en derin anlardan biri oldu.
Türkiye Cumhuriyeti’nin kurucusu Ulu Önder Mustafa Kemal Atatürk, ölümünün 86. yılında tüm yurtta anılacak. Anıtkabir yine ziyaretçi akınına uğrayacak. Atatürk’ün naaşı, 10 Kasım 1938’de hayatını kaybettikten sonra 21 Kasım 1938’de geçici olarak Ankara Etnografya Müzesi’ne konulmuş, 10 Kasım 1953’te Anıtkabir’e nakledilmişti. Bu ana tanıklık eden bugün hayattaki tek kişi Anayasa Mahkemesi Onursal Başkanı Yekta Güngör Özden’i ziyaret ettik evinde… Beni görür görmez 2019 yılında kendisini bir konferansa davet ettiğimi hemen hatırlaması beni ne kadar mutlu etti bilemezsiniz. Kahvelerimizi içerken Sayın Özden, 71 yıl önceki o günü zaman zaman duygulanarak bana anlattı. “Bugün bile aynı acıyı hissediyorum. O gün Ankara sokaklarında çıt çıkmıyordu. Kuşların kanatları, askerlerin yürüyüşü ve pencerelerdeki, kapılardaki insanların hıçkırık seslerinden başka hiçbir şey duyulmuyordu.” derken, babamın da o gün Atayı taşıyan, hayatta kalan sayılı Harp Okulu subaylarından biri olduğunu öğrenince artık gözyaşlarını tutamadı.
Bugün, o özel ve hüzün dolu saatlere tanıklık etmiş, hayatta kalan son kişiyle geçmişin izlerinde dolaşacağız. Atatürk'ün son yolculuğundaki tarifsiz hüznü, ulusun kalbini saran derin sevgiyi bizzat hissederek, o anların içinde adeta yeniden kaybolacağız. Bu röportaj, bir an değil; Bir ulusun yasını, gururunu ve Atatürk'e olan sonsuz minnettarlığını yansıtan bir zaman kapsülü olarak arşivimizde yerini alacaktır...
*
Sayın Yekta Bey, 4 Kasım 1953’te Atatürk’ün geçici kabrinden (Ankara Etnografya Müzesi) çıkarılışında bulunmuş, burada Gençlik Nöbetini yönetmiş, 10 Kasım 1953’te Anıtkabir’e taşınma sırasında kortejin yöneticilerinin biri olduğu gibi Atatürk’ün gömülüşünde hazır bulunan on sivilden, yaşamda kalan tek kişi sizsiniz? Bu nasıl bir his yaratıyor sizde?
“Ankara o gün çok sessizdi, havada bile muazzam bir ağırlık vardı. 1953 yılı 4 Kasımında Etnografya Müzesinde Atatürk’ün tabutunun çıkarılışında hazır bulunmak için görevlendirildim. Nasıl büyük bir onur benim için… O zaman ben Türkiye Milli Gençlik Teşkilatı yöneticilerinden biriydim. Aynı zamanda Türkiye Milli Talebe Federasyonu yayın komisyonu başkanı, Devrim Gençleri Dergisinin de yazı işleri müdürüydüm. 15 yıl sonra Türkiye Cumhuriyeti’nin kurucusu büyük önder Mustafa Kemal Atatürk ikinci kez Ulus’tan uğurlanacaktı. Atatürk’ün naaşı, geçici kabri Etnografya Müzesi’nden ebedi istirahat yeri Anıtkabir’e taşınacaktı. 4 Kasım 1953 tarihinde tabut çıkarıldığında, Anıtkabir’e taşınmadan Etnografya Müzesi’nde altı gün boyunca saygı ziyareti için halka açıldı. Bu süreçte katafalkın başında nöbet tutanlardan biri de 21 yaşında olan benim… Türk gençliğini temsil etmek üzere burada bulunuyorum. Altıncı günün sonunda yapılan devlet töreninde cenaze kortejinin içinde yer alacak, Anıtkabir’e yerleştirilmesine eşlik ederken, Atatürk’ü son kez görüyor, gözyaşları içinde üzerine toprak serpiyordum. İşte böyle tarifi mümkün olmayan acı bir gündü…
4 Kasım günü Atatürk’ün naaşı halkın saygı geçişi için katafalka kondu. Ben ilk günkü nöbeti tuttum. Halk büyük ciddiyetle akın etti. 9 Kasım günü geldiğinde Atamızın tabutunu açmakla görevli 10 kişi büyük bir sessizlikle görev yerindeydik. İş Teknik Okulu Müdürü Şevket Bey komutuyla bir elektrikli motor testere getirildi. Ortam o kadar sessizdi ki adım sesleri bile rahatsız ediyordu. Kablolar uzatıldı, prize sokuldu ve cihaz çalışmasıyla birlikte büyük bir halı büyüklüğünde mermer parça zeminde kesildi. Aşağıya vinç indirildi. (Fotoğraflarını gösteriyor) ‘Aman dikkat çarpmayın’ nidalarının arasında ‘lütfen çok dikkat edin’ sesleri duyuluyordu sadece. Atatürk’ün tabutu yüzeye çıkarıldı. Atatürk’ün tabutu bayrağa sarılmıştı. Kız Teknik Okulu Öğrenci Derneği Başkanı Türkan Yaylalı (Şuanda İsviçre’de yaşıyor) nezaretinde öğrenci kızlar tahta tabutun içinden çıkarılan çelik tabutu temizlediler. Çelik tabut pırıl pırıl parlıyordu. (Fotoğraflarını gösteriyor) Kızlar ahşap tabutun küflenmiş kısımlarını temizlerken, İş Teknik Okulu Müdürü Kemal Kerpiç ve iki yanında öğretmenlerle, elinde ki elektrikli testere yardımı ile bu sefer çelik tabutu açtılar.
Çelik tabutun içinden Atatürk’ün beyaz kefenli bedeni çıktı. Cumhurbaşkanı Celal Bayar, Başbakan Adnan Menderes, TBMM Başkanı, İçişleri Bakanı, Ankara Valisi, Belediye Reisi, Atatürk’ün manevi evladı Abdurrahim Tuncak, kızkardeşi Makbule Atadan, Atatürk’ün son genel sekreteri ve ben vardık. Tabut açıldı.
Ankara Üniversitesi Tıp Fakültesi Profesörü Kamile Şevki Mutlu Hanım yanımıza geldi. Atamızın tüm bedenini kontrol etti. Atatürk'ün iki koltuğunun altında İstanbul'da Gülhane Askeri Tıp Akademisi öğretim üyelerinden bir doktor, Atamızın vefatında iki koltuk altına, içindeki bileşenleri de yazılı iki ilaçlı şişe koymuştu. Prof. Dr. Kamile Şevki Hanım onları da açtı kontrol etti. Atatürk’ün naaşı tabuttan çıkarılıp yıkandı. Yeniden tabuta konuldu. Cenaze namazı kılındı. (Bunu tekrar tekrar söyledi, Atatürk hakkında kasıtlı olarak ne kadar yanıltıcı bilgiler yayılıyor, çok kızıyorum bunlara dedi...)
Atatürk bir gün önce tıraş olmuş gibiydi. Gözünün açık mı kapalı mı olduğu anlaşılmayacak şekilde sıcak duruşu ve asaleti vardı. Sanki bize bakıyor gibiydi. Atatürk'ün yüzündeki o güzellik hâlâ tazeliğini koruyordu. İşlemler sürerken biz de tabii Atatürk'e hayranlıkla baktık. İnsan o an gözyaşlarına hakim olamıyor. Atatürk'ün na’şında hiçbir bozulma veya değişiklik yoktu. Gömüldüğündeki gibi duruyordu. Tekrar kefenini itina ile kapattılar ve hepimizin gözyaşları arasında kendisini toprağa yerleştirdik. Üzerine Selanik, Kıbrıs ve ülkenin çeşitli yerlerinden getirilen topraklar serpildi. Türk gençliğinin asil kanı Ata’yla buluşsun diye bir gün önce kız ve erkek öğrenci yurtlarından kanlar aldırmıştım. Onları mezarın toprağına döktük. Ellerimizle toprağı düzelttik. Resmi işlemlerden sonra İnönü ve Köprülü Paşalar içeri girdi.
Cumhurbaşkanı Celal Bayar ‘Buyurun Arkadaşlar!’ dedi ve mezar alanından sırayla çıkmaya başladık. Makbule Hanımın yanına gittiğimde artık hıçkırıklarını tutamıyordu. Sendelediğini görünce sessizce onun koluna girdim ve yavaş yavaş birlikte yukarı çıktık. O ana kadar Atatürk’ün öldüğüne hiç inanmamıştım. O gün ve sonrasında da uzun süre hıçkırıklarımızı tutamadık. O gün Anıtkabir’de Cumhurbaşkanı Bayar’ın hiç unutamadığım tümcesi, ‘Seni sevmek milli bir ibadettir’ oldu.”
Büyükbabanız yargıç, büyük dedeniz ABD Başkanı Wilson’a kınama telgrafı çeken Niksar Redd-i İlhak Cemiyeti Başkanı, İstiklâl Madalyası sahibi ve Belediye Başkanlarından Hacı Mahir Turhan Bey. Sanki kuşaklar arası görev devir teslimi yapılmış gibi…
“Benim babam tarafından cumhuriyetin ilk iki yılının hakimi onlarda kadı, anne tarafından da ailemde Niksar Belediye Başkanlığı yapmış Hacı Mahir Turhan Bey var. Bu kişi iki kez Hacca gidip gelmiş bir kişi ve Topal Osman’ı da Niksar da ağırlamış bir zat. Böyle bir aileden geldim. Babam ilkokul öğretmeniydi. Annem kızıl saçlı mavi gözlü bir ev kadınıydı. Çok güzel bir kadındı. Hukuk Fakültesi öğrenciliğimde hem talebe cemiyetindeydim hem de Türkiye Milli Talebe Federasyonu Devrim Dergisi müdürüydüm, hiç boş durmadım. Ben hep çok çalıştım. Lisede Duvar gazetesi çıkarıyorduk, iki kez liseye Aşık Veysel’i davet ettim. Her zaman atılgandım, gayretliydim ve ciddi işlerle uğraşmayı seviyordum. Orta birinci sınıfta şiir yazmaya başladım. Okulda hocalarımızı eleştirel şiirler yazdığım için babamı okuldan çağırırlardı.”
İlk kez 10 Kasım 1960’ta Anıtkabir’de ve sonrasında her yıl 19 Mayıs törenlerinde okunan Gençlik Andını yazdınız. Neden yazmak ihtiyacı duydunuz? Tam olarak Gençlik Andının metni nedir?
“Atatürk’e olan bağlılığımı tanımlayabilme gücüm yoktu. Atatürk sevgisiyle büyümüş bir gencim. 92 yaşıma geldim, benim için hala Atatürk hiç batmayan bir güneş. Anıtkabir’e hâlâ çok düşkünüm. En hayran olduğum şey Atatürk ve İsmet Paşa’nın bir ay ve yıldız gibi yanyana bulunması. Atatürk’ü o kadar sever sayarım ki, onun adıyla yetiştim, babam öğretmen olduğu için evin her yerinde eski Türkçe ve yeni Türkçe Atatürk afişleri vardı.”
Yekta Güngör Özden’in yazdığı, Milli Birlik Komitesi onuruyla 10 Kasım 1960 yılında okunmaya başlanan Gençlik Andı, son kez 19 Mayıs 2003 yılında 19 Mayıs Stadyumunda okunmuştur. Sözleri şöyledir;
“Türk Gençliği olarak özgürlüğün, bağımsızlığın, egemenliğin, Cumhuriyet ve Devrimlerin yılmaz bekçileriyiz. Her zaman, Her yerde ve her durumda Atatürk ilkelerinden ayrılmayacağımıza, çağdaş uygarlığı geçmek için tüm zorlukları yeneceğimize namus ve şeref sözü veri, kendimizi Büyük Türk Ulusuna adarız.”
Üzerinizde hiç birimizin kaldıramayacağı kadar büyük bir sorumluluk var, yaşadıklarınız, çalışmalarınız ve tecrübeleriniz çok ağır. Tüm bu ruh durumuyla gençlere ne demek isterdiniz?
“Atatürk bizim yaşam, varlık güneşimizdir. Atatürk gibi bir değeri ona yaraşır olmak çabası ile yaşatabiliriz. Palavralarla, laflarla değil… Atatürk siyasi görüntülerin üzerinde evrensel bir büyüğümüzdür. Ona yakışır olmak bizim başlıca sorumluluğumuz olmalıdır.”
Türk Gençliği nerede hata yapıyor bu konuda?
“Atatürk ilkelerini maalesef tam anlayamadılar ya da biz anlatamadık. Anlamak için çaba da harcamıyorlar işin kötüsü, onun için de sahip çıkıp koruyamıyorlar. Siyasal iktidarların siyasal yanlışlıklarına karşı gençlik olarak varlıklarını demokratik yollardan gösteremiyorlar. Aslında siyasetin çok üstünde bir konu bu.”
Hayatınızda ilham aldığınız kişiler var mı?
“Babamın çok etkisinde kaldım, edebiyatla uğraşan, birkaç dil bilen bir ilkokul öğretmeniydi. Hakim çocuğu ve donanımlı biriydi. Yahya Kemal’i çok severdim. Necip Fazıl’ı kişi olarak sevmezdim ama şiirlerini severdim. Dünyada ilham aldığım kişi William Shakespeare diyebilirim.”
Entelektüel bir insan nasıl olmalı?
“Bu kişi toplumla ilişkilerini kesmemeli, basını daima izlemeli, dergi-gazete alışkanlığı olmalı, kitap okumaktan hiçbir koşulda vazgeçmemeli, kültürel çalışmaları izlemeli, katılmalı. Konferanslara gitmeli, konserleri takip etmeli. Kendini dışarı kapamış insanların ne topluma ne de kendine hayrı olur.”
Biraz Anayasa Mahkemesi Başkanlığınız ile ilgili sorular sormak istiyorum. Sizce Anayasa Mahkemesi'nin, Türkiye'nin demokratik sistemindeki en önemli rolü nedir ve bu rol zaman içinde nasıl değişti?
“Hukuk devleti niteliğini gölge düşürmeden gerçekleştirmektir. Son zamanlarda Anayasa Mahkemesinin kendi çalışmalarında ben bir zaaf görmüyorum, açıkça şöyleyim. Ancak, genel yönetimin hukuka bağlılığı üzerine ciddi kuşkularım var. Fiiliyat dediğimiz eylem, tutum ve davranışlarda yönetim önde olduğu için de onların çabaları ve çalışmaları daha çok yansıyor. Ben bugün ki devlet yönetiminde ki kişilerin tutumları nedeniyle hukuksallık niteliğinde bir gölge olduğu kanısını taşıyorum.”
Türkiye'de yapılan veya önerilen anayasal değişiklikler hakkında ne düşünüyorsunuz? Gerçekten reforma ihtiyacı var mı?
“Ben anayasanın ilk dört maddesine dokunulmamasından yanayım. Onlar ölçülüp biçilmiş hatta halk dilinde süzülmüş hukuk kurallarıdır. Onlarla uğraşmak devlet yönetiminde ki başıbozukluğu, aksaklıkları ve kötülükleri kışkırtmaktan başka bir işe yaramaz. Anayasa maddeleri biraz daha azaltılabilir ya da sadeleştirilebilir. Ama bugün ki içeriğinin amaçladığı durumlardan asla vazgeçilmez. Tabii ki her şeyin reforma ihtiyacı var, zaman ilerliyor ve yapılanlar geride kalıyor. Zamana ve gereksinimlere uydurmak için yenilenmeyecek hiçbir şey yoktur. Ancak dediğim gibi dokunulmaz maddeleri vardır.”
Anayasa Mahkemesi'nin bağımsızlığı konusunda hangi temel prensipler olmalı?
“Anayasa Mahkemesi üyeleri seçiminde çok özenli davranmalı, çünkü anayasayı uygulayacak ve uygulatacak kimselerin duyarlılıkları, bilgileri ve ahlakları yeterli olmazsa istediği kadar Anayasa Mahkemesini bir değil beş tane kurun yine bir şey elde edilmez. Bunlara çok dikkat etmek gerekiyor. Ama Türkiye de yönetimde olduğu gibi adalette bile siyasi ağırlık hissediliyor.”
Hak ve özgürlüklerin korunması konusunda Anayasa Mahkemesi'nin yaptırımı nedir?
“İki tür yaptırımı var;
1. Anayasanın ve hukuk kurallarının uygulanmasında Anayasa Mahkemesi aldığı aydınlatıcı kararların çok önemi var. En üstteki kuruluş olduğu için.
2. Hukukçuların çok iyi yetişmiş olması şart. Hukukçuların bilgisi ve ahlakı, hukuk devletinin başlıca güvencesi ve temel kaynağıdır. İstediği kadar okusun ahlaksız bir hukukçu ise on tane diploması olsun ne yazar… Bir ülkede hukukçu sayısının çok olması bir ölçü değildir. Nicelikten ziyade nitelik önemlidir.”
Türkiye'de yargının geleceği hakkında düşünceleriniz nelerdir?
“Hukuk devleti olarak ulusal yapımızda ve ulusal yapımızı temsil eden yönetim biçiminde büyük bir önceliği ve ağırlığı vardır. En yetkili yapıdır. Hukuk bunların güvencesidir. Çünkü hukuk, adalet dediğimiz kavramı yaşama geçiren bir sistemin adıdır. Burada tarafsızlık olmazsa, burada bilgi olmazsa, burada ahlak olmazsa, burada çalışkanlık olmazsa hukukun adından başka hiçbir şey olmaz.”
Sizce Anayasa Mahkemesi ve halkın anayasal hakları arasındaki denge yeterli mi? Bu konuda nasıl bir çalışma yapılmalı?
“İki önemli durum söz konusudur;
1. Yönetimin siyasal ağırlığı üste alıp, adaletin ağırlığını ve ışığını, gücünü ve etkisini ötelemesi.
2. Adaletin olmadığı yerde karanlık vardır, yaşam güneşidir adalet. Adaletin olmadığı yerde haksızlık ve kıyım vardır. Kötülükler vardır. Adalet bizim varlığımızı sağlayan gücün adıdır.
Akıllı, ahlaklı, çalışkan ve yansız hukukçulara ihtiyacımız vardır. Halk devletine ve devletinin yasalarına güvenebilmeli, sahip çıkmalı.
Siyaset iyi olmadıktan sonra yargıya bu yansıtılmadığı takdirde bu dengeden bahsetmek mümkün değildir. Bizim adalet duygumuzu aileden başlayıp, ilkokul da bile pekiştirecek çabalar lazım.”
Gençlere hangi tavsiyeleri verirsiniz?
“Gençlerin ülkemizin varlığına, ülkemizin değerlerine, Atatürk ilkeleri doğrultusunda sarılmaları, ödün vermeden çalışmaları gerek. Ahlakı yaşam kaynağı olarak kabul etmeliler. Sıfat, unvan, makam, gelirleri kaynak değil, kendi ruh temizlikleri, beyin ışıklarıyla da ulusa ve ülkeye hizmeti öne almaları gerekir. Ülkeye ne bırakıyor bu önemlidir. Yediği, içtiği, giydiği kendine harcadığı zamanla ülke hiçbir şey kazanmaz. Geriye bırakacağımız şeyler olmalı. Ülkeye hizmet duygumuzu tekrar kazanmalıyız.”
Değerli vaktinizi bizlere ayırdığınız için çok teşekkür ederim.
Asıl ben sizlere teşekkür ederim.
NOT: Röportajda hiçbir değişiklik yapılmamış, yazıda kullanılan tüm görsel materyaller Sayın Yekta Güngör Özden’in şahsi arşivi olup kendi izniyle yayınlanmıştır.