Kandil’in mesajları
Bir süreç meselesidir ki, 10 yıldır memleketin gündemini tıkamaktadır. Bu tıkanıklık aşılmadan da, yeni bir yol haritası çizilmesi pek olası görülmüyor.
Süreçten kazanımla çıkmanın, toplumsal barış adına önemli bir adım olacağını savunan bir Kürt hareketi var. Ama, yıllardır adeta savaş yaptığı Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin tüm mekanizmalarıyla nasıl barışmış olacak, iki halkın arasındaki açı nasıl kapatılıp barış şiarı kabul edilmiş olacak, bunun somut değerlendirmesi ne yazık ki yok.
Bu anlamda, tam da bu süreçte Barış Bloku adımı daha bir önem kazanmış oluyor…
HDP Eş Genel Başkanı Selahattin Demirtaş'ın "karşılıklı ateşkes" çağrısı, Kürt hareketinin diğer öznelerince aynı biçimde değerlendirilmemiş olsa gere ki, Kandil'den "tahkim edilmiş ateşkes" önerisi geldi.
KCK, ‘’silahların susması için ateşkesin kötüye kullanılmayacağı ve kalıcı barışı sağlayacak tutumlara ihtiyaç olduğunu’’ açıklarken, bu tespitindeki tek buzkıranın PKK lideri Abdullah Öcalan’ın özgür koşullarda müzakere yapabileceği, yani müzakereyi özgürlüğüne kavuştuğu bir ortamdan Kürt hareketi adına yönlendirici olmasının kabulü isteniyordu.
Ve tabi ki, Abdullah Öcalan’ın yön verdiği bu müzakerenin sonuçlarının anayasal ve yasal normlara dönüştürülecek bir siyasi irade ve süreç gerekliliği isteniyordu.
Bu ne kadar olanaklı, onu söyleyen olmadı ama…
‘’Artık tutuklamalar olmayacak, karakol, kalekol, askeri amaçlı baraj ve yolların yapılmayacak, demokratik örgütlenme ve bu karakterli mücadelelerin önlenmeyecek’’ talepleri, tahkim edilmiş bir ateşkes teziyle gündeme getirildi, ama hepsi bu. Çünkü, Demirtaş ile KCK’nın söylediklerinin arasında da farklılıklar bulunuyor.
O yüzden, Türkiye Cumhuriyeti Devleti adına hareket eden güçlerin, Kandil’in mesajını daha bir iyi anlaması gerekiyor. Çünkü, alan mücadelesindeki gerçek rakip Kandil ve onun tavrıdır.
KCK, ‘Kürt sorununu silahla çözme stratejilerinin olmadığı’ vurgusunu yapıp, “Kürt sorununda çözüm iradesinin ve pratiğinin ortaya konmadığı ortamda silahlar bırakılsın ya da gerilla Türkiye dışına çıksın dayatmasında bulunmak, savaşta ısrar edeceğiz demektir” diyor.
Bunun açıkçası şudur;
‘’stratejimiz bu değil ama bu alanda yarattığımız görece üstünlüğü kaybetmemiz halinde karşı tarafa mahkum kalırız, bu da kabul edilebilir değil…………………’’
Pek haksız da sayılmazlar,
Çünkü, AKP ve Erdoğan’ın sürece ilişkin manevraları, böyle düşünmeye zorluyor. AKP ve Erdoğan’ın çatışma ve savaş ortamından umduğu şey ‘otoriter hegemonik başkanlık sistemini kurmak için HDP’yi baraj altında bırakmak’tır.
Bu, kalıcı çözüm istemeyenlerin öngördüğü bir siyasi projesidir.
Sorunu, Cumhurbaşkanı’nın dayatıp kabul ettirmeye çalıştığı ‘tekçi anlayış’ ile çözmek olası değildir.
Kaldı ki, AKP hükümeti, artık, Türkiye’yi Ortadoğu’daki savaş çıkmazının içine sürükleyen bir siyasi aktördür. Bu açıdan, çatışmasızlık çağrısı ve barış haykırışı daha da fazla önem kazanmıştır.
Ama, dediğim gibi, kalıcı barışın gerçek kriterleri var mıdır, önce ona bakmak lazım…
Öcalan’la ‘özgür koşullarda’ müzakerelerin gecikmeden başlatılması isteniyor ama süreç her koşulda saboteye uğruyor. Dolayısıyla, Kandil’in mesajlarının net olarak algılandığını sanmıyorum.
Dahası, Kürt hareketinin inisiyatif kullanan noktalarındaki farklı değerlendirmelerin de henüz giderilebilmiş, net bir çizgide olmadıklarını düşünüyorum.
Yani, süreçte müzakerenin diğer tarafından kim olursa olsun, ‘’acaba gerçek muhatapla mı görüşüyorum’’ endişesine düşer. Bu da, bölgesel olarak kalıcı bir barışın önünü sürekli tıkar.
Böyle bakınca, mesajların iyi okunması gereği olduğu açıkça anlaşılıyor…