Her şey mi kadınların suçu?
Bir zamandır sosyal medyaya görüntüleri düşen kadın cinayeti haberlerinde devamlı prototipleştirilen bir “maço erkek” profili var. Bu erkekler fotoğrafına baktığınızda bile potansiyel birer şiddet faili olduğunu hissettiğiniz, tam bir “gerektiğinde masaya yumruğunu vurmasını bilen” erkek tipi. Bu erkekler tarafından öldürülen kadınlar hakkında “zaten böyle bir erkekle beraber olması baştan hataymış” serzenişlerine rastlıyoruz. Öldüren erkeği değil de ölen kadını, sözüm ona yanlış (!) seçimleri dolayısıyla suçlama eğilimi.
Yeni gündem de ünlü bir erkeğin şiddetine uğrayan kadınlara yönelik yaftalar: “Ünlü olmak için yapıyordur”, “para koparmak için yapıyordur”. Kadınlar dayak yediklerini söylemeye utanır. Herkes utanır. Şiddet özünde kişinin öz saygısına yöneltilen bir tehdittir zaten. Kadının böyle bir yalanı sırf karşı tarafı lekelemek maksadıyla söyleyebileceğini düşünmek düpedüz kadının itibarını hafife almaktır. Bir yerde taraflardan birinin kadın olduğu bir olay varsa, önce kadını suçlamak, önce kadının kusurlarını aramak birçokları için daha kolaydır. “Kendinden bu kadar büyük biriyle ne işi varmış?”, “Zaten öfke kontrolü olan bir adamla birlikteymiş.” Bu toplum erkeklere şiddete başvurmamalarını söylemek yerine, kadınları kendilerini yeterince koruyamadıkları için suçlamayı seçer.
Önce şu “maço erkek sevme” meselesine bir bakalım. Yerli filmlere, dizilere bakın erkeğin zaten gerektiğinde masaya yumruğunu vuranını ideal erkek tipi olarak resmetmediler mi? Sevgiyle, şefkatle, duygularıyla hareket eden erkekler ne zamandan beri makbul erkek olarak görüldü? Kadın olmanın değersizleştirildiği, kadınların kendi varlıklarıyla değil de bir erkeğin kız kardeşi veya annesi olduğu hallerde saygıyı hak ettiği bir kültürde (bakınız “senin anan bacın yok mu”), o erkek tipinin “koruyan-kollayan” olması övüldü hep. Bunun için de sorumları iletişimle çözen çiçek çocuk değil maço olması gerekirdi.
Sevmesini bilen, yumuşak başlı, şefkatli erkek modelinin bu toplumda takdir edilmediğini hepimiz biliyoruz. Küçücük yaşta başlıyor oğlan çocuklarının bu yöndeki çilesi. Erkeklere önce kavga edebilmeleri öğretiliyor daha çocuk yaşta. Erkek adamın korkmayacağı, ağlamayacağı söyleniyor. Hangi erkek duygularını konuşarak anlatmak konusunda teşvik edilir? Çok konuşması ile yerilen zaten kadınlar değil midir?
Bu erkeklik profilinin derinlemesine deşmeden söylenen hiçbir söz yerine ulaşamaz. Önce erkekliğe özgülenen bu özellikleri topyekun konuşmamız gerek. “Yeteri kadar erkek olsun ama bir tık fazla maço olursa sorun olur” gibi bir yaklaşımla sonuç alamayız. Maçoluğun azı, çoğu olmaz. Erkek olana sevdiğini herkesten kıskanma, koruma kollama için gerektiğinde şiddete başvurma, duygusal olmama özelliklerini marifetmiş gibi yüklediğimiz zaman, sonrasında “ama bu da abartmış” diyemeyiz. Bu sıfatlandırmaların en baştan ve toptan değişmesi gerek.
Erkeklik tanımlarının deşilmesinin yanı sıra sevgi kavramı ve sevilmek üzerine de düşünmek gerekir. Bu ülke “ne bu sessizlik, kız mı doğdu” söylemine sahip bir ülke. Kız çocukları daha doğdukları gün başta anneleri için olmak üzere herkes için bir “keder kaynağı” olarak görüldükleri bir evrene doğuyor. Bütün çocukların en temel ihtiyacı ebeveynleri tarafından verilen karşılıksız sevgidir. Sevilmesi, doğduğuna sevinilmesi erkek olmasına bağlanmış bir çocuk için karşılıksız sevgiden bahsetmek mümkün olabilir mi?
Yaşadığı hanede ihtiyaçları öncelik olarak görülmemiş, çoğunlukla ikinci sınıf muamele görmüş, ekseriyetle ev içi hizmetleri görmesi beklenmiş bir kız çocuğunun kendisini aile içinde “değerli” hissedeceğinden söz edebilir miyiz? Ailenin namusu, töresi ya da adına her ne denirse ailenin değerlerini ihlal etmesi halinde anında aileden atılacağı kendisine çoğu zaman açıkça söylenmiş bir çocuk kendisini nasıl “koşulsuz” sevgi ortamında hissedebilir? Bu toplumda çocuklara sevgi verilmesi konusunda çok sorun var evet, ama en çok kız çocukları konusunda olduğunu inkar edemeyiz.
Kız çocuklarından, sevilmedikleri, değer görmedikleri ailelerde büyüdükten sonra sevilmenin esasen ne demek olduğunu anlayabilmelerini bekleyemeyiz. Tam da bu yüzden aslında, saplantılı sevgilerin tuzağına düşmeleri daha kolay olur. Tıpkı “seven erkek kıskanır” düsturunda olduğu gibi, ucunda sevilmek olduğundan kıskanılmaya razı olur kadın belki de ve hatta belki keyif alır seviliyor olduğunu düşündüğünden. Çocuklarımızı doğru şekilde sevemediğimizde, sevgiyi zarar veren, tehdit eden kaynaklarda aramalarının önü açılır.
Herkes yanılabilir. Kimse ilişkinin en başındaki hal ve tavırlarını bütün ilişki boyunca aynı şekilde sürdürmez. Bir ilişkide hayal kırıklıkları her zaman, her taraf için olur. Dolayısıyla sevgili olmayı seçtiği erkek tarafından şiddete uğrayan bir kadının, uğradığı şiddeti kendi kararına bağlamak düpedüz kadın düşmanlığıdır. Öte yandan şiddet faili erkekleri marjinalleştirmek de esas odaktan sapılmasına yol açar. Erkeklik dönüşmeden, kadın yönelik şiddet sonlanamaz.
Aslı Karataş, toplumsal cinsiyet alanında çalışan bir avukat olup kısaltması “sebuka” olan sen bu kadınların avukatı mısın” (www.sebuka.com) platformunun kurucusudur. Masallarda toplumsal cinsiyet öğelerini inceleyen "Uyuyan Güzel Uyandı" isimli kitabın yazarıdır.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.