BİR RÖPORTAJDAN
Haydar Ergülen’in “Büyülendiklerim” adını verdiği kitabı Sol Kültür Yayınları tarafından geçen senelerde yayımlanmıştı. Ergülen, kitabında büyülenerek okuduğu kimi yazarlara ve onların yapıtlarına yer verirken okura kısa bir portre çalışması da sunuyor.
Aralarında Aziz Nesin, Latife Tekin, Sabahattin Ali, Orhan Kemal, Yaşar Kemal, Fakir Baykurt, Tomris Uyar ve Sait Faik Abasıyanık gibi isimlerin olduğu 22 büyük yazarı anlatan Ergülen, kitabının satır aralarında, keşfettiği yeni yazarları da anmayı ihmal etmiyor.
Geçtiğimiz günlerde Ergülen ile Evrensel Gazetesi için “büyülenmeyi” ve kitabını konuşmuştuk. ‘’Edebiyatta okur olarak “büyülenmenin” bir ölçütü var mıdır? Ya da sizin “büyülendiğiniz” yazarların ortak sihri nedir?’’ diye sorduğumda şöyle cevap vermişti yazar.
‘’Büyülenmek edebiyatla sınırlı bir akış değil yalnızca. Varlığın büyüsü, yeryüzünde bulunmanın ve başka canlıların da olduğunu bilmenin, insanın olduğu kadar ağacın, suyun, göğün, hayvanın, rüzgarın da yoldaşın olduğunu duymanın büyüsü. Edebiyat ve şiir de sanat gibi bu büyüyü çoğaltmanın, kalıcı kılmanın, iletmenin yollarından biri. Hatta geleceğe aktarma bakımından da görev ve sorumluluğu. Nasıl bir dünyada yaşamak istediğimizin de biz yaşayamıyorsak, yaşayamadıksa da gelecekte başka bir dünyanın mümkün olduğuna dair inancı sürekli taze tutmanın da dili. Bir anlamda, Cem Karaca’nın “Biz görmedik sen görürsün yavrum/daha mutlu Türkiye’yi mutlaka” şarkısının evrensele çevirisi.
Büyülendiklerim’in sihri, ortak noktası bu. Benim sonradan büyülendiğim şeylerden, onların evvelce büyülenmiş ve bu büyüyü söze, yazıya, kuşkusuz, derinliğine, genişliğine, ayrıntılarıyla aktarmış olmaları. Bu kadar değil tabii sayıları, ben üzerine çokça yazıp konuştuklarımdan bazılarını alabildim kitaba. Yoksa bir öyküsüyle, şiiri, denemesiyle de büyülendiğim pek çok büyücü var!’’
Yine yazarın kitabında kaleminizden gürül gürül bir Sait Faik Abasıyanık akıyordu ve Kitabı henüz edinmemiş olanlar için Abasıyanık’ın onun için ne anlam ifade ettiğini sorma merakı duydum. Cevabı şöyleydi.
Sait Faik’in yaptığı, büyü sanatı da sayılabilir. O, edebiyatın deniz gören yanından kalkmış gelmiş. Sonsuzluk ufkuyla yaşayan, yazan bir adam. Bu ufku gündelik yaşamında fark edip ona göre mi yaşıyor? Hayır! Öyle yaşayamadığı için, tıpkı İstanbul’dan, yani Beyoğlu’dan, Asmalımescit’ten, karadan diyelim, evine, adasına, Burgazada’sına döndüğü gibi, yazıya dönüyor, yaşamayı yazıya döküyor, derdini, sıkıntısını, kötülükleri, aynı zamanda, ‘Çakır’ bir adam olduğu için de umudunu, sevincini de. Üç adası var, biri İstanbul, Karaada diyelim, ikincisi evi Burgazada, üçüncüsü de ikisinin beslediği, var ettiği en hakiki ada, Yazıada.
Yaşamını yapıtıyla bu denli iç içe kılan, buna karşın, okurken iç dökmelerinden şikayetçi olmadığımız pek az yazardan biri Sait Faik. Gündeliğin sıkıntısını, telaşını, küçük mutlulukları, zaafları ve tutkularıyla sıradan insanları, aşkları anlatırken, hiç ‘geçmiş zaman’ kipi kullanmayan, kullansa da zamanı hiç geçmemiş olan, can sıkıntısının Çakır yazarı. Mavi yazar.
Bu röportajı okuyanlar zannederim bana hak verecektir. Hangimiz izlediğimiz bir tiyatro, dizi yada filmin, okuduğumuz öykü, roman yada şiirin etkisinde kalıp, hayatımıza dair farklı kararlar vererek, bambaşka insanlar olmanın ilk adımlarını atmadık ki?
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.