Sevr’den Günümüze…
Sevr nedir? 399 yıl Osmanlılarla yaşayan ama 1915’te demiryolu sabotajıyla işe başlayıp, İngiliz güdümünde devlet olan Hicaz’ın da karşı taraf olarak imzaladığı antlaşmadır. Osmanlı’nın ‘soylu kavim’ olarak nitelediği ve el üstünde tuttuğu Hicazlılar, artık haçlılarladır. Osmanlı, böylesine yapay bir devletin varlığına bile itiraz edemeden Sevr masasına oturur. Paylaşımcılar, hep oradadırlar. Sınırları ABD Başkanı Wilson tarafından belirlenecek gelecekteki Ermenistan temsilciliği, ‘himaye’ altında toplantıdadır. Kürdistan projesi sunucuları da hazırdır.
Sevr’e giden yol ilginçtir. İlkin Fransa’da antlaşma maddelerini duyurmak üzere ön görüşmeler yapılır. Osmanlı heyet başkanı eski Sadrazam Tevfik Paşa: ‘Barış şartları bağımsız bir devlet kavramıyla bağdaşamaz’ deyip dönünce ‘Damat Ferit’ hükümet başına geçirilir. Sultan Vahdettin, işgal edilenve sonra da kendisince kapatılan meşrutiyet meclisi yerine 22 Temmuz 1920 günü Saltanat Şura’sını toplar. Veliaht dahil tüm mülki ve askeri üst görevliler Şura’dadır. Sevr için gelen antlaşma taslak metni bilgiye sunulur. Padişah onaylatmak ister. Bir tek ferik (korgeneral) Batumlu Ali Rıza Paşa, imzalanacak maddeleri; ‘Bu bir ihanettir. Millet kabul etmedikçe siz kabul etseniz ne olur?’ diyerek ve bağırarak protesto eder, onaylamaz.
Ali Rıza Paşa, kısa süre sonra vefat edince Atatürk, oğluna telgraf çekerek: ‘Vatanımız, babanızın umduğu gibi kurtulur da hepimiz halâs oluruz’ der.1918’deki ‘Mondros mütarekesine’ tavır alarak: ‘Top-tüfek varken neden teslim oluyoruz?’ sözüyle Padişah’ı şiddetle yeren, Damat Ferit’in makamını hiddetle basan yine Ali Rıza Paşa’dır. Son Osmanlı parlamentosunda, Ermeni sahte soykırım savlarını kabul eden yönelime karşı da: ‘Asıl mağdur biziz’ diyerek kıyasıya muhalefet eden kişidir. Onurlu davranışların adamı olarak tarihsel değer olmaya hak kazanmıştır.
10 Ağustos 1920’de Paris yakınındaki Sevr porselen fabrikasında atılan imzalarla Osmanlı parça parça edilir. Topraklar İtalyan, İngiliz ve Fransız buyruğuna Ortadoğu’yu kapsayacak şekilde girerken, yasama hakkı, egemenlik hukuku, devlet maliyesi, İstanbul ve Boğazlar, ordu, kolluk gücü denetimi, Ege adaları, İzmir’in ulaşım ve iletişim seyri elden gider. Kapitülasyonlar perçinleşir. Trakya, ‘Helen’ emeline peşkeş çekilir. Azınlıklar, ayrıcalıklı sınıf olurlar. Anadolu’da üç-beş ilden oluşan Osmanlı ‘çiftlik-devlet’ sınırı hükümdar ve maiyetince yeterli görülür. Bir devir bitip- tükenmiştir.
Sevr’in ağır hükümleri Anadolu’daki antiemperyalist kalkışmayı hızlandırır. Ama istilacılara boyun eğerek ayakta kalacaklarını sananları da azdırır. ‘Hilafet orduları’ harekete geçer. Bildirimlerini Yunan uçakları atar. Bozgunculuklara ve iç isyanlara karşı zafer kazanılır. Atatürk, İnönü ve Çakmak, İzmir’e Sultan’ın ağır ceza fermanlarıyla girerlerken, halk coşkular içindedir.
‘Mudanya mütarekesi’ ve nihayet ‘Lozan’, Cumhuriyet ve devrimi beraberinde getirir. Bazıları sanmışlardır ki, hanedanlık daima kalacaktır. Bu sakat kurum yıkılınca çekişmeler de olağanüstü artar. Bir ailenin saltanat yoluyla ulusal egemenliğe el koymasını olağan karşılayanlar söz konusudur. Onlar, Rauf Orbay’ın diliyle: ‘Damarlarında Padişah nimetinin dolaştığını’ ifade edenlerdir. ‘Hilafete de terbiyeleri gereği bağlılıklarını’ söyleyenlerdir. 1925’teki ‘Terakkiperver’ ve 1930’daki ‘Serbest’ Fırkalarını, devrim karşıtlarının çekim merkezleri yapanlardır.
1950’lerden sonra bekledikleri fırsat doğar. Bu ortamın sadece siyasal iktidarlarca sağlanan ödünler silsilesi olduğu söylenemez. Şimdilere doğru süregelen kimi yönetimler, Cumhuriyet felsefesine zıt ve hanedanlık özlemine eğilimli davranışlar sergilemişlerdir. Lozan’ı tarih kitaplarından çıkaranlar veya anmayanlar Sevr’den yakınırlar mı?
Kapitalist ülkelerden oluşan AB raporlarını ve sözcülerinin beyanlarını inceleyiniz. ‘AB’nin yolunu Atatürk tıkıyor’ şeklinde bir yaklaşım söz konusudur(*). Türkiye’de etnik karakterli kümeleşmeleri yıllarca düşünsel ve lojistik olarak hazırlayan AB’dir. Kıbrıs, Patrikhane ve sahte Ermeni soykırım savlarında taraflıdır. Türkiye’yi; özelleştirme, gümrük birliği ve tahkim yoluyla çökertici ve topraklarını satışa getirici kaynaktır. Gündemin AB ilerleme raporunda; ‘Atatürk’ü koruma yasasının ifade özgürlüğünü kısıtladığı’ belirtilmektedir. AB ile bayrağı ve ilkeleri aynı olan Avrupa Konseyi de; ‘Lozan’ı aşın’ mesajıyla Sevr’i esas tutmaktadır(**).
İnönü; ‘Bu memleket kadar haini bol olanına güç rastlanır’ der.‘Sevr, Lozan’dan yeğdir’ kanısındakiler, birer Damat Ferit, Dürrizade Abdullah veya Anzavur Ahmet’tirler. Onlar, 2023 tarihini ‘federalizm’ için saptayan ulus-devlet düşmanı politikacılarla beraberdirler. Tercihlerini; bilgi ve bilinç yoksunluğu içinde Cumhuriyet ve devrim karşıtlarından yana koyanlar da vardır. Verdikleri destek, ‘milli mücadele’ kaçkını Sevr’cilerin günümüz uzantılarına sunulan bir hıyanet armağanıdır.
----------------------------
*AB Raporu-Oostlander/2003
**A. Kons.Parl.Raporu/2010