Kalemini Güçlüden Yana değil Haklıdan Yana kullan
Yazmak sadece teorik eğitim alarak gerçekleşebilecek bir eylem değildir bence. Örneğin ülkemin en büyük edebiyatçılarından Yaşar Kemal ‘’Yazarlık’’ mı okumuştu? Yada yazdığı şiirleriyle yüreğimizi kasıp kavuran Ahmet Arif bu alanda yüksek eğitim görmüş müydü? Hayır. Bu yüzden yazmak sadece teorik bir süreç değil. Yazmak aynı zamanda sürekli yazarak, denemeler yaparak, kendimizi geliştire bildiğimiz bir süreçtir.
İlk yıllarda yazdığım yazılara geriye dönüp baktığım da eksikliklerimi ve acemiliğimi görür gülümserim. Ama asla küçümsemem. Çünkü yazma kabiliyeti aynı zamanda düzenli yazarak kazanılabilecek bir zamanı kapsıyor. Her hafta farklı yayınlarda yazsam da bu yolculukta kendime ‘’yazarım’’ hiç demedim. Çünkü bunun için erken. Hala bilmem, öğrenmem ve uygulamam gereken çok şey var.
Yazma zorunluluğuyla yazılan yazıları sevmiyorum. Zaman aralığına sıkıştırılan kimi yazılarımı beğenmiyorum. Çünkü samimi gelmiyor. Benim için duygular çok önemli. Anlamak, hissetmek çok önemli. Bir acıyı, her hangi bir mutluluğu yada bir olayı içimde, fikrimde hissettiğim an yazmaya başlaya bilir, o duygunun hakkını vere bilirim.
Bence şiir de böyle bir şey… Elinde defter ve kalem var diye şiir yazmazsın, şiir yazacağın için defteri kalemi eline alırsın. Ben hissettikten sonra gözlemler, gözlemedikten sonra yazmaya başlarım. Cebimde hep küçük bir defterim vardır. Kısa ve orta boylu notlar alırım. Gözlemleme imkânımın olmadığı koşullarda ise o anı yaşamaya çalışırım. Misal Cezaevine girmiş bir insanı anlaya bilmek adına kendimi bir süre odaya kapatırım.
Bizler yüksek plazalarda kitaplar yazan değil, akşam pazardan aldığı yemişi ocakta kaynatıp ailesiyle paylaşan insanlarız. Hayatın içinden gelen, hayatın kendisinden beslenen insanlarız. Aynı zamanda yazmaya kendi yaşadıklarımızdan başlarız. Gördüğümüz adaletsizlikler, acılar, birikmiş öfkeler, çatlayan sabır taşları… Yollar, yoksulluklar, yolsuzluklar. Bunları dert edinmeye başladığın zamanda yazmaya başlarsın. Bence yazmak, yaşamanın bir başka adıdır…
Gustave Flaubert ‘’ İnsan her şeyden önce kendisi için yazmalıdır, iyi yazmanın biricik yolu budur’’ der. Mutlak ki kimi insanların yazmaya dair yeteneği ola bilir. Ama ‘’Ben hayatta iki satır yazamam’’, ‘’Çabalıyorum ama olmuyor.’’ ‘’İstiyorum ama yeteneğim yok’’ vb. tüm yaklaşımları aklımızdan ve yüreğimizden söküp karanlık denizlerin en kuytusuna atmalıyız.
Böyle düşünen arkadaşlar varsa sormak isterim, peki ya emek? Peki ya alın teri. Peki ya idealler? çaba, uğraş bunlar ne güne duruyor. Varsın hayatın en yetenekli insanı olsun, emek vermeden hiçbir şey olmuyor. İnat, kararlılık, gelişime kapalı olmama, Eleştiriye açık olma. Bunlar yazma uğraşı adına geliştirici yaklaşımlar. Bu yüzden yazmak öğrenile bilinir.
Kalemlerimizi güçlüden yana değil, haklıdan yana kullanılalım. Aklımızı her türlü olumsuz, umutsuz saldırılara karşı koruyalım. Eğer ‘’Yazarlık yaparsan aç kalırsın’’ yaklaşımı egemen olsaydı bu ülke toprakları Hasan Hüseyin Korkmazgil gibi ozanları, Sabahattin Ali gibi yazarları doğramazdı.
Aç kalkmaktan değil, karanlıkta kalmaktan korkalım. Okuma oranlarının düşük olduğu ülkemizde yazmaktan vaz geçmeyelim. Hayatın ve yazınsal dünyamızın tüm zorluklarına karşı inatla ve sabırla üretelim. Hep daha iyisini hep daha güzelini üretelim. Ve yazılarımızda bireysel duygulara önem verdiğimiz kadar toplumsal sorunlara da değer verelim.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.