Kadınlar, kadınlarımız ! (2)
Dün, 8 Mart Dünya Emekçi Kadınlar Günü’nün tarihçesi, önemi ve ülkemizde karşılanışı dolayısıyla yaşanan sıkıntıların dillendirilmesine kısaca değinmiştim.
Aslında, mesele, ülkemizde 8 Mart Dünya Emekçi Kadınlar Günü anma ve kutlamalarına şaşı bakılmasındadır.
Kadını kapı kulu, ikinci sınıf vatandaş ve sırtından sopayı, karnından sıpayı eksik etmemek gereken bir varlık olarak gören muhafazakar-gerici zihniyet, bu alandaki tartışmaların dozunu yükseltiyor.
Bunu, söz konusu zihniyetin iktidara yansımış tavırlarından çok açık görebiliriz. 8 Mart öncesi İstanbul’daki çağrı eylemleri de bunu göstermiştir.
Kadınlara polis müdahalesi o kadar mesnetsiz ki, ‘’biz istemezsek adım atamazsınız’’ mesajı verilmek istendi. Ama, o oyun bozuldu.
Bu arada, iki ayı aşkın süre sokağa çıkma yasağı ilan edilen Cizre, Sur, Silopi, Silvan ve İdil’de de öldürülen, yaralanan, çocukları, eşleri ve evlerinden koparılıp göçe zorlanan kadınlar gözümüzün önünde.
Bu konudaki verileri HDP Eş Genel Başkanı Figen Yüksekdağ’dan dinlerken kanımın donduğunu hissetmiştim.
Şimdi, gelelim, o dosyadaki bazı verilere…
Anılan tarihler arasında Mardin, Şırnak, Tunceli, Diyarbakır, Hakkâri’de 40 kadın öldürülmüştü. Kurşunlandılar, havan topu mermisiyle tanıştılar, şarapnel parçası isabet etti.
Kimi anında öldü, kimi hastaneye götürülemediği için kan kaybından yaşamını yitirdi, kimi ise yaşının da etkisiyle patlayan bombaların stresine dayanamayıp kalbine yenildi. Kiminin cenazeleri günlerce sokak ortasında kaldı. Ve onlar, geride çocuklarını, eşlerini, annelerini babalarını bırakarak vedalaşamadan çekip gitti.
İsimleri önemli değil,
Dilek Doğan olmuş, Xetban Bülbül olmuş ne önemi var ki.
Cenazeleri bile teşhis edilemezken,
Bodrumlarda bulunan kemiklerin sahipleri belirlenemezken,
Yakıp yıkılan kentlerdeki ölümleri rakamlara dökmek, maddi hasarı tespit etmek nasıl bir kafadır ?
Türkiye’de iş gücü piyasasında emeği en fazla sömürülen, güvencesiz çalışmaya en fazla mahkum edilen kadınlarımızdır.
Tekstil atölyelerinde, temizlik işlerinde, tarım işçiliğinde yemek şirketlerinde ve belediyelerin taşeronluk yapan firmalarda en çok ezilen düşük ücrete mahkum edilen ve iş güvencesiz olarak çalıştırılan kadınlarımızdır.
2 milyon 722 bin 652 devlet memurundan 993 bin 973’ü, 8 bin 288 üst düzey memurdan ise sadece 663’ü kadın. En çok mobbinge uğrayan ve amir baskısına maruz kalanlar kadın çalışanlarımızdır. Süt ve doğum izinlerinde bir takım artışlar olsa da, beklentiden uzaktır. Ağır iş yükü, son gelmek bilmeyen nöbetlerin en çok yorduğu ve tükenmişlik sendromuna ittiği yine kadın kamu görevlileridir. Ailesine vakit ayıramayan, çocuğuna kreş bulmak için bin bir sıkıntıya maruz kalan kadınlarımız.
İş yerleri küçülmeye giderken önce kadınların işten çıkarılması gündeme gelir. Türkiye’de nüfusun yarısı kadınlardan oluşurken, istihdamda ne yazık ki oranları yüzde 27’dir.
Oysa, Avrupa Birliği (AB) üyesi ülkelerde durum çok daha farklı. AB üyesi ülkelerin istihdam oranı incelendiğinde, 2013 yılında kadın istihdam oranının en yüksek
olduğu ülkenin yüzde 72,5 ile İsveç, en düşük olduğu ülkenin ise yüzde 39,9 ile Yunanistan olduğu görülecektir. 28 AB ülkesinde ortalama kadın istihdam oranı ise yüzde 58,8’dir. Yani ülkemiz bu ortalamaların ancak yarısına ulaşabilmiştir.
İki ayrı alandan çarpıcı verileri paylaştım.
Sonuç olarak diyorum ki,
Kadınlarımızın yaşamını elinden alan ve emeğini acımasızca sömürenler mutlaka hesap verecek, bundan kaçış yok.