Gözaltılar, tutuklamalar, nöbetler ve davalar
Türkiye’nin içinden geçtiği bu kaotik süreçte en fazla duyduğumuz kelimeler ‘gözaltı, tutuklama, nöbet ve davalar’ oldu. Olmaya da devam ediyor.
İçerikleri itibarıyla birbiriyle organik bağı bulunan bu sözcükleri tek tek ele alıp farklı adımlar atıldığı söylenmesi bile bu kaotik ortama rağmen kısmi rahatlama sağlıyor ya da öyle bir görüntü yaratıyor.
Gözaltılara bir bakalım önce…
Aslında daha öncelerinden adımı atılmış olan ama 15 Temmuz gecesi askeri darbe girişimiyle netleşen kaotik ortamın sonucu gündeme gelen cadı avı (kimileri böyle olmadığını söylüyor olabilir) sonucu, her meslekten binlerce kişi gözaltına alındı. Bu kişilerden binlercesi tutuklandı.
Tutuklamalar, generallerden ve erbaşlara, oradan da 15 yaşındaki Kuleli Askeri Lisesi öğrencilerine, hakim, savcı, polis, subay ve öğretmenlere kadar uzandı.
Her meslek grubundan suçlu bulundu ama siyaset kurumunda suçlu bulunamadı. Demek ki, FETÖ’nün devlet içine yuvalanmasında, on yıllardır yol açan siyasetin hiç suçu yokmuş.
Anlayacağınız, kabahat altın ama kimse ‘bu altın benim’ demiyor, diyemiyor…
Hal böyleyken, ‘demokrasi nöbeti’ adı altındaki kutlamalara ne demeli ?
Darbe girişimi akşamı 267 kişi yaşamını yitirmişken, böylesi bir olayın yasını tutması gereken toplum, çağrı üzerine meydanlara inip ‘demokrasi nöbeti’ adı altında suni bir toplumsal uzlaşma yaratılmak istenmesinin kilometre taşları haline getirildi.
Darbeye elbette toplumun her kesimi karşı durmalıydı ve de durdu.
Ama, bu duruşun devlet olanakları kullanılarak siyaseten bir ranta dönüştürülmesi, demokratik gelenekler açısından doğrulara işaret etmez. Buradan, tek adam rejimi çıkartma girişimleri de kabul görmez.
İklimi bu kadar sertleştiren adımların ardından gerginliği azaltan hamleler elbette ki gerçekleştirilmeliydi. Bu beklentiye ilk harcı koyan da, Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan oldu.
Öncelikle, kendisi hakkında hakaret içerdiğini düşündüğü konuşmalar yüzünden muhalefet liderleri ile milletvekilleri hakkında açtığı davaları geri çekeceğini duyurdu. Ardından ilk adımını atıp, avukatları aracılığıyla dilekçeleri ilgili mahkemelere iletirken çerçeve genişletilip, ‘’cumhurbaşkanına hakaret’ davası açılan yurttaşlar hakkındaki toplam 4 bin civarındaki davadan da vazgeçileceği duyuruldu.
Bu söylemler ve adımlar elbette ki iklimde bir yumuşamayı getirebilir, getirecektir de. Ama, buradan yürüyüp OHAL’in de sağladığı olanaklarla yeni anayasa yaparak bugüne kadar yaratılan bütün değerleri ters yüz etmek ve toplumu yeni bir mecraya çekmek iyi sonuçlar vermeyecektir.
Bugünlerde en çok ihtiyaç duyulan şey, insanların birbirini gerçekten anlamasıdır. Bunun için yaratılan ılıman iklimin, esnek davranışların önemi büyüktür. Ama, bütün bunlar zorunluluk gereği değil istenildiği için yapılmalıdır.
OHAL kararlarının alınış biçiminden tutun da, o kararların halka nasıl yansıdığına, sonuçlarından kimin nasıl etkilendiğine, bu dönemde gerçekleştirilecek yasal düzenlemelere kadar her kesimin düşünceleri alınmalıdır.
Çünkü, söz konusu olan ülkenin ve toplumun geleceği ise her kesimin düşüncesi değerlidir.
Mesela, 2010 Kamu Personeli Seçme Sınavı’nda (KPSS) soruların çalınarak bir gruba servis edilmesi konusunda toplum vicdanını rahatlatıcı sonuçlar alınmazsa, iklimi yumuşatma girişimleri boşa düşer.
Bu politik iklim elbet farklılaşacak ve ülke yeniden normal gündemlerine dönecektir. Çünkü, işsizlik, gelir dağılımı ve adalet mekanizmasındaki eşitsizlikler, bürokrasideki tıkanmalar, eğitim, sağlık ve barınma sorunu gibi yakıcı sorunlar orta yerde duruyor.