GERÇEK GÜNDEMİMİZ!
Gündem bombardımanı altında yaşamıyoruz.
20 gün önceden başlayarak bugüne değin ülke olarak neyi tartışıyorduk?
Özetle anımsayalım.
Dilan Polat, Narin ve 2 yaşındaki Sıla bebek, TUSAŞ’a terör saldırısı, kadın cinayetleri, Yenidoğan çetesi, Bahçeli’nin Öcalan çıkışı, kayyum, yangında yaşamını yitiren 5 küçük çocuk…
Özellikle Narin ve Sıla bebek ile 5 küçük kardeşin ölümü hepimizi derinden etkiledi.
Kolay, kolayda unutmamız mümkün olmayacak.
Ülkemizin can yakıcı sorunu ise asgari ücret ve emeklilere verilen cüzi maaştır.
Yani yokluk, yoksulluk, işsizliktir.
Ülkemizde hâlen asgari ücret 17 bin 2 TL, en alt emekli maaşı ise 12 bin 500 TL.
Verilere göre, Türkiye’de 16 milyonun üzerinde emekli var, asgari ücretle maaş alanların sayısı ise 15 milyon ’un biraz üzerinde.
Emekli ve asgari ücretliler aileleriyle birlikte ülke nüfusunun yarısından fazlasını oluşturuyor.
Buda demek oluyor ki ülkenin en az yarısı cüzi miktardaki maaşla yaşamak zorunda bırakılmış.
Ev kiraları, kesintisiz zamlanan elektrik, doğalgaz, su faturalarını ödemekte zorluk yaşanıyor.
Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanlığı'nın verilerine göre, geçtiğimiz yılın ilk 6 ayında, 41 bin 64 kişinin elektriği borcundan dolayı kesildi. 26 bin esnaf ile tarımsal sulama yapan 2 bin 700 çiftçinin elektriği de borcundan dolayı kapatılmış.
Cep telefonu faturaları olağanüstü şekilde zamlandı, çok sayıda kişinin hatları borçlarından dolayı kapalı. Hat sahipleri borçlarını ödeyemediği için icralık.
Yine geçtiğimiz yıl icra ve iflas dairelerindeki dosya sayısı önceki yıllardan devredenlerle birlikte toplam 38 milyon 969 bin 260’a ulaştığı açıklanmıştı.
Gıdaya ulaşımda ise sıkıntı büyük.
Gelirin yetersizliği, artan gıda fiyatları nedeniyle aileler öğlen yemeğini es geçiyor, akşam ise daha çok ekmeğin, makaranın olduğu gıdalarla beslenmeye çalışılıyor.
Öğrenciler sabah okula aç gidiyor veya poğaça, simit ile açlığını gideriyor.
Tüm bunlar ülkemizin gerçek sorunudur.
Elbette bir eli yağda öteki eli balda olanların bu sıkıntıları görmesi olası değil.
Nedeni şu ki onların içinde olduğu fanusta hayat çok farklı bir mecrada akıp gidiyor.
Onlar yani bir küçük azınlık devletin her türlü olanaklarını eş, akraba, yandaş dibine kadar sıyırıp, aksırıncaya, tıksırıncaya kadar yiyorlar.
Gelir dağılımında büyük uçurumların olduğu, yokluk ve yoksulluğun kader olarak gösterildiği, babadan oğula geçtiği bir düzende kim mutlu olabilir?