Cizre, öteki coğrafya
Güneydoğu coğrafyasının sancılı merkezlerinden biri Cizre. Saldırılar, çatışmalar, çocuk ve yaşlıların öldürülmesi, sokağa çıkma yasakları ve olağanüstü hal (OHAL) uygulamaları ile gündemimizden düşmüyor, düşmeyecek de.
Sanırsınız ki, Cizre, öteki coğrafyanın merkezlerinden biri.
Buna,Dr. Şeyhmus Gökalp de, ‘’Nasıl anlatsam Cizre’yi’’ başlığını verdiği mektubunda çarpıcı biçimde değiniyor.
Yazdıkları şöyle:
‘’Mem û Zîn’in büyük aşkına ev sahipliği yapmış duygu yüklü bir yerdir Cizre... Ve Tarihi İpekYolu teğet geçer. 4000 yıllık geçmişi olduğu söylenir. Yöre halkı Cızira Botan der. Dicle nehrinin kıyısında kurulmuş şirin mi şirin bir ilçedir.
Cizre Arapça’da "ADA” anlamına gelir, çünkü Dicle nehri burada kıvrılır, su adası gibi bir alan oluşturur. Oysa bugünlerde TOMA, akrep ve kirpilerden dolayı bir adaya dönmüş durumda…
Abluka altında, dünya ile bağlantıları kesik. Nüfusu 120 bin civarında. Evlerde pirinç, bulgur, nohut, fasulye, şeker, tuz yok ya da tükenmeye yüz tutmuş.
Elektrik yok, su akmıyor, GSM vericileri hizmet vermiyor, çöp toplanamıyor, çocuklar aşılanmıyor, ölüler mezara gömülemiyor...
Anne sütü alamayan bebeklerin yaşayabilmeleri için anne ve babaları mama alacak açık yer bulamıyorlar.
Böbrek yetmezliği olan ve diyalize haftada 3 kez girmek ihtiyacı duyan 73 hasta diyalize giremiyor. Ayakları, elleri, yüzleri şişmiş durumda.
Kronik hastalığı olanları düşünün bitmiş ilaçlarını alabilecekleri açık bir eczane bulamıyorlar. Tansiyon, şeker hastaları, migren hastaları vs.
Düşünün Cizre’de;
Bir annesiniz, 13 yaşında kızınız var. Özel harekat timlerince öldürülmüş bu kızınıza usulca ağlıyor, bedenini kendiniz temizliyor ve kokmasın diye buzdolabında saklıyorsunuz. Sararken minicik bedenini bir gelini süsler gibi davranıyorsunuz.
Bir babasınız. 35 gün önce doğmuş çocuğunuz rahatsızlanıyor. Daha isim koymaya fırsat bulamamışsınız. İstediğiniz ambulans mahalleye gönderilmiyor. Sonrasında 35 günlük bebeğiniz ölüyor.
İsimsiz, kimliksiz…
Başka bir babasınız. Fırına ekmek almaya gönderdiğiniz çocuğunuz keskin nişancılarca ayağından vuruluyor. Çocuğunuz elinde sıkıca tuttuğu ekmeklerle birlikte yerde yatıyor.
80 yaşında bir amcanız var. Sağlık sorunları baş gösteriyor, hastaneye götürmek için 112 ambulansı çağırıyorsunuz, ambulans gelmiyor ve onu çok geçmeden kaybediyorsunuz.
7 kardeşsiniz, Ananız 53 yaşında. Kapınızın önünde oturuyor ve karnından kurşun alıyor. Ambulansın mahalleye girişine izin verilmiyor, ananız iç kanamdan ölüyor.
Bir doktorsunuz… Ne yaralı size gelebiliyor ne siz yaralılara gidebiliyorsunuz. Ambulanslar çalış(tırıl)mıyor. Hastanede tek başınıza mahsur kalmış haldesiniz. Ne ideallerle seçmiştiniz bu mesleği. Yaşam verecek, ölümle savaşacaktınız. Oysa şimdi “ada”da elleriniz bağlı. Can güvenliğiniz yok diye hasta/yaralılara gidemiyorsunuz.’’
Bu yazdıkları için söylenecek söz yok ki…
Sonsöz olarak diyor ki;
‘’Buzdolabında saklanan o küçücük kız çocuğunun bedeni, ülkemiz için büyük utanç oldu. Bunca utanca ortak olmak istemiyoruz artık. Bu ülkede silahlar derhal susmalı ve barışa giden yol mutlaka açılmalı. Unutulmamalıdır ki, bebeklerin, çocukların, sivillerin öldürülmediği bir ülke talep etmek, böyle bir ülkenin yurttaşı olmayı istemek, 400 milletvekili ve saraylar talep etmekten daha saygıncadır.’’
Bence de daha saygıncadır…
Ya sizce ?