Çarşı yargılanamaz…

Çarşı yargılanamaz…

 

Haziran 2013’te Türkiye gericileştirilmeye karşı tepkisini sokağa dökerken, toplumsal yaşama duyarlılığıyla bilinen Beşiktaş’ın çarşı grubu da sahadaki yerini alıyor ve milyonlarca insanın duygularına tercüman oluyordu.

Çarşı, tribünü, insanların sadece deşarj oldukları alan halinden çıkartma konusunda önemli mesafeler almış, toplumsal olaylar hakkındaki duruşuyla herkesin takdirini kazanmış, Fenerbahçe, Galatasaray ya da başka bir futbol takımının taraftarına, ‘benim burcum Galatasaray ama yükselenim çarşı’ dedirten yaklaşımın sahibi taraftar grubudur.

Bu grubun bireylerinin kendilerini tanımlaması da tarihsel bir değer taşıyor. Diyorlar ki, ‘’Kerem ile Aslı, Ferhat ile Şirin, Leylâ ile Mecnûn neyse bizim için BEŞİKTAŞ ile çArşı da odur…’’

Salı günü sabahı, İstanbul Çağlayan’daki adliye binasında, grup hakkında Gezi olayları sonrası ‘’hükümete darbe girişiminde bulunmak’’ suçlamasıyla açılmış davanın ilk duruşması vardı. Dava, doğal olarak hukuki seyrinde devam edecek, belki de çok uzun sürecek. Ama, asıl olan, benzer bir davanın dünya hukuk tarihinde görülmemiş olmasıdır.

Yani, çArşı grubu, dünyada bir ilki daha gerçekleştirip, ‘’hükümeti devrime girişimi’  suçundan yargılanan ilk taraftar grubu oldu.

Bu yazı dizisinde, konuyu enine boyuna irdeleyeceğim. Yargılama başlangıcı öncesi sözleri vardı, öncelikle bazı bölümlerine bakmak bile çok şeyi anlamak için yeterli.

Diyorlardı ki;

‘’Sonsöz: BEŞİKTAŞ

Bize: “Size ne?” diyorlar.
Yıllar önce Fok balıklarının katliamına isyan ettiğimizde güldüler bize. Size ne dediler. Yerdiler bizi, ama bugün sıfatsızın biri çıktı ve size Fok You dedi. O gün yanımızda olsaydın bugün Fuck You diyor olacaktın, bunu unutma!
Düzen zaten istiyor ki, bir araya geldiğimiz sadece doksan dakikalık bir hayatımız olsun, bu süre zarfında sadece atılan gole sevinip yenilen gole üzülelim. Hayatımız doksan dakika içinde genleşip daralsın, orda başlayıp orada bitsin. Sahanın içinde olanlar dışında görme, duyma, konuşma demek istiyorlar. O doksan dakikanın başlama vuruşuna kadar geçen zaman sanki hiç yaşanmamış gibi yok sayılsın. Hadi şimdi dağılabilirsiniz! Unutun gitsin. Öyle mi ? Oysa bizim bir hayatımız varsa, bu hayat başkalarının hayatıyla mümkündür. Başkalarının hayatına sırt çevirenler, gözlerini kendinden olana çevirir, kendi oğullarını bir hanedan gibi görmenin dışına adım atamazlar. Futbolun insanlara yaydığı kolektif ruh, kolektif hafıza kendimize dışarıdan bakma şansı verir bize. Bu bakış, insani değerleri diri tutar. İnsanlığa yapılan yanlışları, kurulan kumpasları görünür kılar. Bizi, birbirimizden haberdar kılar. Haber niteliği olan durum ve olguları korkmadan, cesaretle halkın önüne taşıma sorumluluğu verir. 
Bir araya geldiğimiz statlarda, salonlarda aleyhimize çalınan haksız penaltılara isyan edelim, çıkan haksız kırmızı kartlara isyan edelim, ama bu “milletin ...mına koyacaz’ diyenlere yol veren düzene isyan etmeyelim!  

Öyle mi?

Yoksul halk çocuklarının bayrağa sarılı tabutlarını unutalım? 12 yaşında vücudundan 13 kurşun çıkarılan çocukları unutalım? Kaşları Kartal kanadı olan Berkin’imizi, güzel yüzlü Ali İsmail’imizi unutalım?  

Öyle mi?

İnsan, biraz da unutmadığı için, daha güzel bir dünyanın mümkün olduğunu hatırladığı için insan değil mi? İnsan, hayatın kanayan yerine baktığı için, sırtını dönmediği için çocuklarının yüzüne utanmadan bakabilir. 
Rakibin haksız yere oyundan atılmasına olan isyanımız takdire şayan görülür, ama Trabzon’da doğa katliamı rönesansı HES’lere karşı isyanımız tu-kaka öyle mi?
Sporda Şike ve Teşvik söylentileri ayyuka ulaştığında “İtalya’dan futbolcu değil, savcı istiyoruz” dedik.

Fena mi ettik ?

Kötü mü söyledik ?

İnsan neye ihtiyacı varsa onu istemez mi?’’ 

“Siyanür Öldürür!”, “Ferhat da Dağları Deldi Ama Şirin İçin” dedik.
Bizleri doksan dakikanın içine hapsetmek isteyen o düzene Ali Sami Yen’den seslendik; Yıl 2011, “çArşı betona karşı”; “Ali Sami Yen Park Olsun, Şişli Hayat Bulsun”, “Rant Yapma Park Yap”
Gidemediğimiz maçta kulağımız radyoda, gözümüz televizyonda, aklımız Hasankeyf’te kaldı...
Hadi de bakalım şimdi ey zâlim; “Şirin bilseydi Munzur Çayı'nın gizemini Ferhat'ın hali nic’olurdu ?”

 

 

(Sürecek)

Bu yazı toplam 173 defa okunmuştur
Önceki ve Sonraki Yazılar
Arşivi