Bir limanımız vardı

Bir limanımız vardı

 

 

Derince’de geniş bir alana yayılı olan liman, uzun yıllar devlet eliyle işletildi ve ülke ekonomisine önemli sayılacak katkılar sağladı.

Ama, Türkiye’de 24 Ocak 1980 ekonomik kararlarıyla birlikte esmeye başlayan özelleştirme (kamu malını sermayeye peşkeş çekme) rüzgarının etkisi ve dönemin mimarı Turgut Özal’ın ısrarlı takibiyle elden çıkartılması kararlaştırılan Derince Limanı, yıllar sonra Safirport firmasının eline geçti.

Firma, ‘’ekonomik bedelini ödedim, istediğim gibi kullanırım’’ düşüncesinden hareketle, öncelikle limanın alanını genişletmek istedi. Yani, kamuya ait İzmit Körfezi’nde dolgu yaparak alan kazanmanın yoluna koyuldu.

Çünkü, limancılık hizmetlerini, kara ve deniz yolunun yanı sıra demiryolunu da aktif şekilde kullanarak tüm taşıma alanlarında hizmet verecek bir ‘intermodal lojistik merkezi’ne dönüştürmeyi planlıyordu.

Bunu da gizlemeyen şirken, Yönetim Kurulu BaşkanıHakan Safi’nin Hürriyet Gazetesi’ne verdiği röportajda birinci ağızdan dile getirmişti.

Ama, ortada bir Çevresel Etki Değerlendirme (ÇED) raporu sorunu vardı. İşte, bu iş biraz karmaşıktı.

Kocaeli Valiliği ‘’ÇED’e gerek yoktur’’ diyerek yeni dolgu alanları oluşmasına ve yeni yatırıma engel olmayacağını açıklarken, mahkeme ‘’ÇED gereklidir, çünkü kamu yararı vardır’’ türü bir karar veriyordu. Danıştay da, bu kararı onamayı tercih etmişti.

Demiryolu terminali bulunan ender limanlardan biri olan Safiport Derince, deniz-kara-demiryolu arasında bir de taşımacılık imkânı yaratmanın yolunu arıyordu.

Derince Limanı, yeniden yapılandırma çalışmaları ile birlikte ray hattını rıhtıma kadar getiren tek liman. Genelde deniz ve kara arasında gerçekleşen yük elleçlemelerinde üçüncü ayak olan demiryoluna da limana ekleyen Safiport, böylece Uzakdoğu'dan Avrupa ve Afrika'ya kadar bütünleşik hizmet verecek bir organizasyonu gerçekleştirmiş oluyor.
İyi güzel de, bunların tamamını, kamuya ait alanları gelişigüzel doldurarak elde eden bu firma, halka karşı ekonomik ve sosyal sorumluluklarını yerine getirmeyecek mi ?

Türkiye Cumhuriyeti kanunları bu şirket için geçerli değil mi ?

Kendileri, limancılığın gelişmesinin yanında yeni hükümet politikaları ile Türkiye’de demiryolunun uluslararası ve bölgesel çapta öneminin artacağı düşüncesinden hareket ediyor belli ki. Yönetim Kurulu Başkanı Hakan Safi bunu da deklere etmiş. Türkiye'nin, Avrupa ile Asya arasındaki yaklaşık 75 milyar dolarlık taşımacılık hacminden çok daha büyük bir pay alacağını, bunda da aslan payını kendilerinin almak istediğini gizlememiş.

Her şey o kadar açık ki;

Kamudan belki de arsa fiyatına özelleştirilen dev limanın sahibi ol. Çeşitli teşviklerle neredeyse bedelsiz yeni yatırımlar yap. Kamunun, ülke geleceğine yaratacağı katma değer açısından yıllardır gözü gibi koruduğu bu varlığı, kendi çıkarlarını geliştirmek adına her şeyi göze alarak, ama halkın geleceğini düşünmeden bir yatırım alanına dönüştür.

Sonunda da, bedel ödemeden kıs kıs gülerek kar üstüne kar katlaması yap.

Oh ne ala memleket…

Halkın yararlanması gereken o kıyılar artık bir daha halkın kullanımına açılamayacak şekilde işgal edilip ranta dönüştürülüyor. Bunu da, bürokrasinin geniş bir hoşgörü ve koruma duygusuyla hareketinden feyz alarak yapıyorlar.

Yani, halkın malı, halka ve hukuka rağmen şirketlere peşkeş çekiliyor. Karşı çıkışlar üzerine de, peşkeş çekenler, rantın yeni sahiplerini kolluk kuvvetleri aracılığıyla koruyor.

Halk mı ?

Onlara her zamanki gibi güce karşı örgütlü biçimde hareket etmek kalıyor. Yalnız, bunu bir avuç duyarlı çevre dostu ya da ‘rant düşmanı’ yurtseverlerle gerçekleştirmek artık pek olası değil.

Çünkü, atı alan Üsküdar’ı çoktan geçmiş durumda. Anlaşılan, bu sürecin sonunda, ‘Bir limanımız vardı’ diye anlatım yapmaktan başka bir gücümüz kalmayacak.

Son bir hatırlatma;

Körfez ilçesindeki Duba-i Port için de durum pek farklı değil…

 

 

Bu yazı toplam 176 defa okunmuştur
Önceki ve Sonraki Yazılar
Arşivi