17 yıl geçti, ama…
ülkemiz ve insanlığın 20. Yüzyıl’da yaşadığı en büyük felaketlerden birisi olarak kabul edilen 17 Ağustos 1999 tarihindeki depremin şiddeti, Richter ölçeğine göre 7.4 olarak kaydedilmişti.
Ama, yarattığı travmanın etki çok daha büyüktü…
Ülkede nüfus ve ekonomik aktivite bakımından en ağırlıklı bölgesinde etkili olan bu deprem Kocaeli, Sakarya, Yalova, İstanbul, Bolu, Bursa ve Eskişehir’i kapsamakla birlikte Kocaeli, Sakarya ve Yalova'da ağır can ve mal kaybına yol açtı.
Üzerinden 17 yıl geçmişken, sonuçlarını ve yarattığı tahribatı yeniden anımsamakta, en azından unutulmamasını sağlamakta yarar var...
12 Eylül 1999 tarihi itibariyle bazı belirlemeler yapılmıştı. Deprem nedeniyle 15 bin 466 insanımız (resmi rakam) hayatını kaybetmiş, o tarihte hastanelerde 23 bin 954 insanımız ise yaralı olarak bulunuyordu.
Bunca yıl geçmiş olmasına rağmen açıklanmayan gerçek ölü sayısı var. O tarihte kriz merkezinde çalışan ve kriptolu mesajları Başbakanlık kriz merkezine ileten kişiler, depremin hasar yarattığı illerdeki ölü sayısının 30 bin civarında olduğunu söyleyip, yurt dışına 35 bin ceset torbası siparişi verilmesini önermişlerdi.
Ve öyle de oldu…
Depremin ekonomik boyutlarına bakınca da, ilk akla gelen bina ve işyeri üzerindeki ağır tahribatı oldu. Hasar tespitlerine göre, ağır-yıkık ve orta hasarlı konut-işyeri sayısı 119 bin 297 olarak tespit edildi.
Deprem, Türkiye nüfusunun yüzde 23'lük bir bölümünü oluşturan bölgede etkili olmuştu. Can kaybı ve maddi hasarın ağır olduğu nüfusun, toplam nüfus içindeki payı ise yüzde 6 civarındaydı. Depremin etkilediği illerin Gayri Safi Milli Hasıla içindeki payı yüzde 34.7, sanayi katma değeri içindeki payı ise yüzde 46.7 seviyesindeydi. Mesela,
Kocaeli, Sakarya ve Yalova toplam GSMH içinde yüzde 6.3, sanayi katma değeri içinde ise yüzde 13.1'lik paya sahiptir.
Bölge petrol arıtımı, petrokimya, tekstil hammaddeleri, metal ana sanayi ve motorlu kara taşıtları yapım, montaj ve onarımı ve lastik sanayinde önemli bir ağırlığa sahiptir.
İşte, gerçek ölü sayısını öğrenemeyişimizin temel nedeni budur…
Mevcut Afet yasalarına göre, bölgede ölü sayısı 20 bini geçtiğinde, o bölgede katma değer yaratan kurumlardan 5 yıl boyunca vergi tahsil edilemiyordu. Bu da, bütçede dev delikler açılmasına, ekonominin altüst olmasına götürürdü ülkeyi.
O nedenle, gerçek ölü sayısı saklandı. Ama, siparişi verilen 35 bin ceset torbası alındı…
Deprem bölgesindeki fert başına gelir düzeyi, ülke ortalaması ile karşılaştırıldığında oldukça yüksek. Bölge, tüketim talebi açısından önemli paya sahiptir.
Eylül 1999 itibariyle kamuoyuna açıklanan bilgilere ve çeşitli varsayımlara dayanan ilk tahminlere göre, depremin sermaye birikimi ve milli hasıla üzerindeki etkisinin 9-13 milyar dolar aralığında olması bekleniyordu.
Oldu da, hatta üzerine çıktığı bile söylendi…
Deprem nedeniyle yapılan vergi ertelemeleri ve depremden dolayı meydana gelen vergi kayıpları, kamu finansmanı üzerinde olumsuz etkisi yarattı. Ve, kamu finansmanı üzerindeki yük 6.2 milyar dolar civarında oldu. Bu tutarın 3.5 milyar dolarlık kısmı geçici ve daimi iskan amaçlı yeni konut yapımı ve konut onarımı kaleminde kullanıldı.
TÜPRAŞ, TÜVASAŞ, İGSAŞ, PETKİM, TZDK gibi kamu kuruluşlarına ait tesislerde, deprem sonucu oluşan hasar nedeniyle üretime ara verilirken, SEKA - İzmit tesisleri, Asil Çelik gibi kamu tesislerinde ise alt yapı tesislerinde oluşan hasar ve işgücündeki eksilme nedeniyle üretime ara verilmiştir.
Bu kuruluşlardaki üretim veya satış kaybının TÜPRAŞ'ta 558,6 milyon dolar, TÜVASAŞ'da 20 milyon dolar, İGSAŞ'da 18,6 milyon dolar ve PETKİM'de 34,3 milyon dolar olmak üzere toplam 631,5 milyon dolar tutarında olduğu belirlendi.
Yıkımın etkileri büyüktü kısacası.
Binlerce insanımızı yitirmişiz, binlerce insanımız yaralanmış, konutlar ve sanayi tesislerinde önemli hasarlar oluşmuş, milyarlarca dolarla hesap edilebilen kayıplar yaşanmış.
Ama, biz halen yitirdiklerimizin gerçek sayısın bilemiyoruz. Bunun için dönemin AFAD’taki ve Afet Bölge Koordinatör Valiliği’ndeki gerçek kayıtlarına ulaşmak lazım.
Şeffaflıktan, samimiyetten söz eden siyasetçiler, acaba bu gerçeği ülke insanına açıklamayı düşünürler mi ?
Düşünürlerse, ne zaman ?