TOPUKLU AYAKKABI DEYİP GEÇMEYİN
Bir şehirde, şehircilik anlayışının iyi olup olmadığını nasıl anlıyormuşuz, biliyor musunuz? Kadınlar ince uzun topuklarıyla kaldırımlarda, caddelerde rahat yürüyebiliyorlarsa orada şehircilik planlaması iyi demekmiş.
Birkaç yıl önce böyle bir yazı okumuştum. Topuklu ayakkabıyla her yürüyüşümde o yazıyı sık sık hatırlar oldum. Yanlış anlamayın hafızam çok güçlü olduğu için değil. Gezdiğim,yürüdüğüm yollar, caddeler bu yazıyı bana unutturmuyordu. O makaleyi kaleme alan bir şehir planlayıcısı olmalıydı ve ne kadar da doğru söylemişti. Sadece bayanların giymesi niyetiyle üretilmiş topuklu ayakkabılar, meğer bir şehrin uygarlık ölçütü olarak da kullanılabiliyormuş.
Türkiye’de bir çok şehir gezdim. Bayanların topuklu ayakkabıyla en rahat yürüyebildiği şehir Kayseri galiba. Daha çok ilişkili olduğum şehirler Darıca,Gebze ve İstanbul’da kısmen rahat yürüyeceğiniz yerler olsa da çoğu cadde ve sokaklarda, önünüze bakarak yürümek zorunda kalıyorsunuz. Başınız yerde yürümezseniz, ayağınızı burkmamanız,bir sakatlık geçirmemeniz içten bile değil.
Geçen gün kızımla sahile inmeye karar verdik.Sakin olsun diye de ara sokaklardan geçmeyi tercih ettik. Ara sokak dediysem pek de ara sayılmaz aslında, sadece ana caddenin paraleli bir sokak.Yıllardır değişmeyen sık ve kaba yamalı eskimiş asfaltlar, yer yer çökmüş, neredeyse sadece bir insanın geçebileceği genişlikte kaldırımlar…Çocuk kandırıyorlar gibi.
Önümüzde birkaç çocuklu bayan gidiyor. Kızım “anne” dedi, “insanlar böylesine çirkin, kullanışsız yollardan yürürken hiç rahatsız olmuyorlar mı acaba? Şimdiye kadar böyle bir serzenişi, şikayeti kimseden duymadım. Ve burası güya Türkiye’nin en zengin bölgesi. Belediyelerin bunlara dikkat etmesi gerekmez mi?”
Kızım çok haklıydı. Çok da ciddi bir soru sormuştu.
Sizin çocuğunuz böyle bir soruyla tartışma açsaydı neler söylerdiniz bilemiyorum. Ama ben önce düşündüm. Halktan belediyelere bir rahatsızlık sinyali gitmeli ki-özellikle partililerinden- belediyeler bu işi ciddiye alsın. Ama kızım doğru söylüyordu kimsenin bir şikayeti yoktu ve asıl çözülmesi gereken düğümde burasıydı.
Halk, cadde ve sokaklarda daha iyi, daha rahat bir yaşamı, niçin sorun haline getirip de talep etmiyordu?
Bir kere,bizim zihniyetimizde ortak yaşam alanları bizleri ilgilendirmez. Oysa en dikkat etmemiz gereken yerlerdir.Herkesin birbirine karşı sorumlu olduğu alanlardır buralar.Bu aymazlığımız yüzünden çukurlara düşerek ölen birçok çocuk, birçok kaza duyduk. Olanları da Allah’ın takdiri sayıp bıraktık. Allah’ın takdiri miydi yoksa bizim umursamaz, sorumluluk almaz tutumlarımız mıydı o çocukları öldüren, hiç düşünmedik. Çünkü biz mücadele etmeyiz, en kolayını seçer hemen Allah’a havale ederiz. Bunu da Allah’a itaatimizin bir göstergesi olarak sunarız.
Özellikle kendi başımıza bir iş gelene kadar da hiçbir şeyden asla şikayetimiz olmaz ve buraların bakımı, yapımı yöneticilerin insafına bırakılır.Eh, yöneticiler de işine nasıl geliyorsa öyle davranır.
Başka bir neden ise, bir insanın çirkin bir şeyden şikayet edebilmesi ve iyi bir şeyi isteyebilmesi için, o iyi şeyi görmesi ve ona karşı yaşama alışkanlığı edinmesi gerekir. Ancak o zaman güzel olanın rahatı,zevki bilinir ve ondan sonra istekler ve mücadeleler başlar.
Gücü elinde bulunduranlar- özel yaşamda veya kamusal alanda olabilir- bu psikolojiyi bildiklerinden maddi veya manevi alanda oldukça cimri davranırlar. Çünkü, güçle varlık kazanan insanlar, bu gücü kaybederek değersizleşmek istemezler. Böylece isteyen olmaz veren olmaz,hayatlar da bu kısır döngü içinde geçip gider. Bizim gibi toplumlarda, bu kısır döngüyü kıran, meydan okuyan çok az insana rastlanır.Bu kişilerin de değerleri, bilgileri, manevi donanımları çok sağlamdır.
Düşüncelerime katılıyor musunuz bilmiyorum ama topuklu ayakkabı deyip geçmeyin, bakın beni aldı nerelerden nerelere götürdü.Topuklu ayakkabıları seviyorum.