SOSYAL ZEKÂ PATLAMASI

SOSYAL ZEKÂ PATLAMASI

 

 Değerli bir arkadaşımla geçenlerde telefon görüşmesi yaptık. İş yerindeki bir problemden bahsediyordu: Anlattıklarına hiç yabancı değildim, o da biliyordu birbirimize benzediğimiz.

Anlattıklarına gülümsedim. “Peki, neden biz, haksız ve yanlış uygulamalara göz yumamıyoruz da, çoğu insan umursamıyor ya da ortama uygun davranmayı tercih ediyor? “diye sordum.

Onun da belli ki kafası karışmış, yaşadıklarına bir anlam bulmaya çalışıyordu  “ Nurdan, bizim sosyal zekâmız zayıf olabilir.” deyiverdi.  Kahkahalarla güldük ama… 

Yenilir yutulur bir şey de değildi. O, psikiyatrist. Üstelik profesör… Dikkate almak lazımdı. “Valla haklı olabilirsin” dedim. Arkadaşım, telefonda olayları kısaca anlatmaya devam ederken benim aklımdan neler geçiyordu, neler…

 Daha önce de ‘sosyal zekâ’ kavramını kullanan arkadaşlar olmuştu. Mesela, iş yerindeki konumunu sağlamlaştırmak için oraya buraya laf taşıyan bir arkadaş, kendisini sosyal zekâsı yüksek bir insan olarak tanımlamıştı.

 Başka bir arkadaş da, yöneticinin hakaretlerini güzel güzel sindirirken, sosyal zekâsı yüksek insanların, iş yerlerindeki ortamlara iyi uyum sağladıklarını söylemişti. Kendisi uyum sağlıyordu ya, o bakımdan.

Oysa ben içimden, birini çıkarcı ve ikiyüzlü, diğerini korkak olarak nitelendiriyordum. Meğer ne kadar yanılıyormuşum. Demek bu davranışların adı ‘sosyal zekâ’ olmuş. Duruma bakılırsa hakikaten arkadaşımla benim sosyal zekâmızda bir sıkıntı var.

Arkadaşımın dediği doğru olabilir miydi? Neden olmasındı?

Başladım, kara kara düşünmeye: Arkadaşım, küçük ya da büyük mücadelelerini ya hastaları ya da mesleği için verirdi. Kesinlikle ‘bana neci’ bir zihniyetin sahibi değildi. Ama genelde bu tip insanlar da, bizim gibi toplumlarda yalnızlığa itilirdi.

Aklımdan geçen, bir mantığa oturtamadığım birçok soru biriktirdim ve buluştuğumuzda ona soracaktım:

1-Eğer biz sosyal zekâdan yoksun isek ve bireysel olmayan mücadelelerde yalnız kalıyorsak, bu demektir ki Türkiye’nin büyük bir çoğunluğunun sosyal zekâsı yüksek. Öyle ise sosyal zekâsı bu kadar yüksek bir Türkiye’de, eğitimden hukuka kadar niye her şey kötü? Niye bilimde sanatta bu kadar geri bir milletiz? Ya da her şey yolunda da, yine sosyal zekâsı düşük birileri olarak, biz mi kötü algılıyoruz?

2- Sosyal zekisi bol olan bir ülkede, nasıl oluyor da insani değerlerde ciddi bir çöküntü yaşanıyor? Acaba, bunun nedeni toplumca sosyal zekâ patlaması yaşıyor olmamız mı??

3-Yok, herkes hem değer çöküntüsünden bahsedip hem de ‘bu düzen böyle’ diyerek sorumluluktan sıyrılıyorsa, vicdan ve insani değer dediğimiz şeyler, Balzac’ın dediği gibi, başkasına kullanmak için aldığımız ama kendimiz için asla kullanmadığımız bastona dönüşmüyor mu?

4-Yoksa bizim toplum, her kavrama olduğu gibi sosyal zekâ kavramına da,  işine geldiği gibi mi anlamlar yüklüyor?

Hakikaten sosyal zekâ neydi? Kafam çok karışmıştı, üstelik kendimi de kötü hissediyordum. Sosyal zekâyı tekrar tekrar internetten araştırırken imdadıma AHLAKİ ZEKÂ, yetişti. Can simidine sarılır gibi sarıldım. Çünkü edebiyatçıyım. Türkiye’de zeki kabul edilmeniz için illa matematik ağırlıklı bir şey okumanız lazım. Sırf zeki gözükmek için zevk aldıkları alanı değil de matematik-fen alanını tercih eden çok kişi gördüm, ben. Bu kadar matematik-fen sever bir toplumda bilim-teknik konusunda epey de ilerlemiştik zaten(!)

Bana gelince, edebiyatçı olduğum için sayısal konuda zeki değilmişim, sosyal konuda da zeki değilmişim. Sanatsal, kinetik falan filan zekâlarım olduğunu da ben düşünmüyorum. Eeee, ben zekâsız kaldım ve boşluğa düştüm. Ne yapacağım şimdi, derken çok şükür karşıma AHLAKİ ZEKÂ diye bir kavram çıktı. Altı maddesine de tıpa tıp uyuyorum.

Doğal olarak, büyük bir rahatlama yaşadım. Çok şükür benim de bir zekâm oldu, diye Allah’a şükrettim. Büyük bir sevinç içinde arkadaşıma telefon ettim. “Sen AHLAKİ ZEKA( büyük harflerle yazıyorum, çünkü onurumu kurtardı) kavramını duydun mu?”  diye sordum.

 

En sonunda şuna karar verdim. O zekâ ya da bu zekâ, bilmiyorum. Ama sosyal zekâ kavramının bütün dünyada kötü emellere alet edildiğini gören birileri, muhtemel ki, bu kötü emellerin antidotu olarak AHLAKİ ZEKÂYI icat etmiş. 

Bu yazı toplam 218 defa okunmuştur
Önceki ve Sonraki Yazılar
Arşivi