Kendimizin değil başkalarının sesiyle yaşıyoruz Edebiyat acıların sesidir-
Filmlere, romanlara konu olmuş anlı şanlı dünyaca meşhur Basmahane burası. Ganj Hindistanlılara, Nil Mısırlılara, Petersburg Ruslara ve Paris Fransızlara nasılsa, Basmahane de benim için böyledir. Görünüşüyle yaşam biçimiyle, gizemliliğiyle beni kendine hayran etmiştir. Gizli saklı bir yerdir burası. İnsanın ruhuna melankolik bir hava katar. Buradaki yoksulluk, acı, keder, batmışlık, Türkiye’nin hiçbir yerinde yoktur. Burada güzellik ve çirkinlik iç içedir. Buradaki hayata ayak uyduramayanların yeteneksizliğindendir. Veremlisinden tutun, frengilisine romatizmalıya felçliye sıra çalıya her memleketten insan vardır burada.
Ailem müdahale etmeseydi, evlendirmeseydiler burada yaşar dilencilik yapardım. Olmadı Dostoyevski gibi kumarbaz olurdum. Buradaki yaşam Dostoyevski’nin romanlarına konu olmuş yeraltı yaşamıdır. Sabah erkenden kayıp olan insanlar gecenin bir saatinde ortaya çıkarlar. Çoğu hiç çalışmadan yaşar. Çoğunun ülkede olan bitenden haberi olmadan yaşar ve böyle ölüp giderler. Son durakları kimsesizler mezarlığıdır. İzmir’e her gittiğimde Basmahane ’de bir iki gün kalırım. O gün son günümde namını duyduğum o yeraltı meyhanesine gittim.
İzbe dağınık perişan bir yer. Dostoyevski’nin kimi romanlarında böyle meyhaneler vardır. Dünyaca ünlü suç ve ceza romanının başkahramanı Raskolnikov yine romanın kadın kahramanı fahişe Sonya’nın babası Mrmele de böyle izbe acı kokan bir meyhanede tanışır. Ve yeni yıkanmış süpürülmüştü. Üç beş masaya dağılmış yirmi kişi vardı içeride. Çoğunun suratı asık ve sessizdi. Kimisi dalgın dalgın sağa sola bakıyordu. İçeri girince herkes bana bakmaya başladı. Her yere gittiğimde düşündüğüm gibi burada da içimden acaba bu insanların içinde Dostoyevski’yi tanıyan var mıdır diye düşündüm. Sorsam suç ve ceza isimli romanı kaç kişi okumuştur. Sonra kendi kendime sen gerçekten delisin 150 önce yaşamış ölmüş bir adamı kim tanıyacak senin Dostoyevski’n çok umurlarında
Benim zihnim huzursuz. Bu insanların zihni sefalet içinde bir masada epey oturduktan sonra ismini sonradan öğrendiğim Arif amca geldi masama. Kısa sürede kaynaştık. Dost olduk. Zihnimdeki Dostoyevski meselesini Arif amcaya açtım. Ben o yazarı tanıyorum sözünü ettiğin o kitabı da okudum. İçimden oh dedim. Hele şükür ben anlatacaktım ama Arif amca benden önce anlatmaya başladı. Bana senin ayağını hiç ayakkabı vurdu mu dedi. Evet dedim ayağımdaki nasırlarımı gösterdim. Aha işte edebiyat budur. Dostoyevski’yi büyük yazar yapanda budur ayakkabının vurduğu yerdir edebiyat. Büyük yazarlar edebiyatın vurduğu yeri anlatırlar başta dost Tolstoy, Victor Hugo. Yaşar kemal ve daha birçok yazar ayakkabının vurup yara ettiği yarayı anlatmışlardır. Edebiyat acıların sesidir. Eğlenmek zaman geçirmek için edebiyat yapılmaz. Böyle yazılan eserler edebiyat değildir. Günümüzde bunun eksikliğini yaşıyoruz dedi. İnsanın gönlünü rahatlatan gözlerini okşayan güzel bir yüzü vardı. Yaradan söz açılınca aklıma Paul Valery’nin o ünlü sözü aklıma geldi. Zaten hiç aklımdan çıkmaz. Elimi dostça omzuna koydum meğer yarası tam da oradaymış der. Bugün çok önemli bir şeyi daha da iyi anladım. Anladım ki kendimizin, değil başkalarının sevgisiyle yaşıyoruz.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.