YA BİZİM YAŞADIĞIMIZ ÇERNOBİL?
Son dönemde dünya basını Çernobil’i yeniden yazıyor ve tartışıyor. Çünkü nükleer felaketi anlatan İngiliz-Amerikan ortak yapımı beş bölümlük tarihi bir drama dizisi çekildi ve tüm dünyada yoğun bir şekilde izlendi. Dizi Türkiye’de de sevilen yabancı diziler arasında yerini aldı. Felaketten etkilenen bir ülke olarak İleride yerli yapım bir dizi çekilir, ülkemizi yönetenlerin ve kimi kurum ve kişilerin felaket karşısında işledikleri insanlık suçları deşifre edilir mi bilmiyorum. Ama ben, bizim yaşadığımız Çernobil’i yazmak istiyorum.
Çernobil kazası, tarihe 20. yüzyılın ilk büyük nükleer kazası olarak geçer. Ukrayna’ nın Kiev iline bağlı Çernobil kentindeki nükleer güç reaktörünün dördüncü ünitesinde, 26 Nisan 1986 tarihinde meydana gelen nükleer kaza sonrasında, atmosfere atom bombasında da kullanılan fisyon karışır.
Patlama sonucu oluşan radyasyon bulutu rüzgârın etkisiyle güneye doğru dağılır ve Türkiye üzerine doğru ilerler. Bu bulut Karadeniz’ in üzerinde bir zaman kalır. Kazadan bir hafta sonra yağan sağanak yağmur ile Trakya Bölgesi ve Doğu Karadeniz Bölgesi radyasyonun etkisi altına girer. Trakya ve Doğu Karadeniz’de özellikle fındık, tütün ve çay üretimi yapılan tarım alanlarında yağış olması bu bölgelerdeki radyoaktif bulaşıyı artırır.
Bu dönemde görevli olan devlet yöneticileri, ülkenin Karadeniz şeritleri tehlike altındayken radyasyonu önleyip oluşa bilecek zararları en aza indirmesi gerekirken halkla alay etmeyi tercih etmişti. Özellikle çay üzerinde yoğunlaşan tartışmalar için dönemin başbakanı Turgut Özal: ‘’Azıcık radyasyonlu çay sağlığa faydalıdır.’’ derken, darbeci Cumhurbaşkanı Kenan Evren: radyasyonun kemiklere iyi geldiğini iddia ederek “Bize radyasyondan madyasyondan bir şey olmaz” diyordu.
Basın yayın organları da bu insanlık suçuna kısa zamanda ortak oldu. Facianın açığa çıkmasıyla birlikte korkularını ve tedirginliklerini dile getiren basın sonrasında iktidara yakın haberler yapmaya başladı. ‘’Tepemizde ölüm bulutu dolaşıyor’’ manşetiyle çıkan Hürriyet gazetesi daha sonra “Kesin rapor: Çay demlenince radyasyon etkisini kaybediyor” üst manşetiyle ‘’Çayı şimdi içe bilirsiniz’’ haberleri geçiyordu.
Peşine sanatçılarda sahneye çıkıyor hükümetin yaptığı açıklamalara destek oluyordu. Bunlardan biride Hülya Avşar’dı. Hülya Avşar bir gazeteye verdiği demeç de ‘’Bir Türk’üz. Daha büyük tehlikeleri göğüslüyoruz. Radyasyon bize vız gelir, tırıs geçer’’ açıklamaları yaparak elinde çay bardağıyla poz veriyordu. Oysa yapılan araştırmalarda Doğu Karadeniz bölgesinin diğer bölgelere ve Rize’nin Avrupa’nın birçok ülkesine göre daha fazla etkilendiği belirtilmekteydi.
Bu sırada dönemin Endüstri ve Ticaret Bakanı H. Cahit Aral, bütün bilim insanlarını yok sayarak radyasyon konusunda kendisinden başkasının açıklama yapmaya yetkili olmadığını belirti. “Dininize, imanınıza inandığınız gibi biliniz ki, Türkiye’de kesinlikle böyle bir tehlike mevcut değildir” diyerek kameralar karşısında çay içti. Fakat 1987’de, ODTÜ Raporu olarak tanımlanan bir rapor yayınlanmış, raporda “Sadece çaydan alınacak radyasyon bile, gelecek nesillerde birçok çocuğun ölü veya sakat doğmasına sebep olabilecektir” şeklinde bir açıklamada bulunulmuştu. Kamera karşısında çay içen Cahit Aral’a ne yazık ki bir şey olmadı ama Karadeniz halkına acıyla yüklü hayatlar bıraktı.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.