Uçurum Çiçeklerinin Anıları Önünde
Ziya Saygın, bir basın açıklamasında çekilmiş fotoğrafı, ikincisi yok ki paylaşılsın. Ziya Saygın, ömrü emeğin ve barışın kavgasında geçti, hepimizden önde koştu durmaksızın. Ziya Saygın, bir yanı mahzun, mütevazı, bir yanı devrim için bıçkın. Ziya Saygın, yüzü yaşama tutkuluydu, şimdi ölüme dargın. Ziya Saygın, doyamadık insanlığına aramızdan aldılar ansızın.
Böyle bitiyordu bir başlangıcın acı sonu. 10 Ekim 2015 Pazar günü Ankara’da gerçekleşen katliam sonrası barış mitinginden dönen dostlarımızı karşılamak için beklediğimiz o yol kenarında, kan çanağı gözlerde derin bir öfke, dilimizde kilitli bir sessizlik vardı. Beyaz bir kuş kanatlansa ağlayacaktık sanki. Onların arasında olamamanın üzüntüsüyle başımızı öne eğiyor, yaşıyor olmaktan utanıyorduk.
Ankara’dan dönen araç uzaktan görüldüğünde yüreklerimiz ağzımızdaydı. Durmak için yanaştığında ise ellerden alkış, dillerden slogan ve gözlerden yaşlar coşkun seller gibi dökülmeye başladı. Gelenlere kucak dolusu sarılıyor, sarıldıkça ağlıyor ve öfkeyle bağırıyorduk. ‘’Katiller halka hesap verecek!’’
Araçtan inen her kişiye bakıyor, tüm yüzlerde onu arıyorduk. Acı haberi almıştık ama yine de onu arıyorduk. Onunda inmesini, hep yaptığı gibi gülerek selam vermesini bekliyorduk. Araç kapılarını kapatıp gittiğinde yani Ankara ya yolcu ettiğimiz arkadaşımız o araçla geri dönemediğinde yumruklarımızı sıkmaktan ve avazımız çıktığı kadar bağırmaktan başka yapabilecek bir şey kalmamıştı. ’’Ziya Saygın Ölümsüzdür.’’
Oysa üç ay önce Suruç’ta gerçekleşen ve 33 insanımızı kaybettiğimiz katliam sonrası kentte sokaklara çıkıyor, ölenlerin adını haykırıyor, sebep olan ve göz yumanların yargılanmasını istiyorduk. Ziya Saygın’da aramızdaydı. En önde pankart tutuyor, acıyla haykırıyor ve sorumluların hesap vermesini istiyordu. Suruç katliamı sonrası hiç kimse hesap vermedi. Hesap vermediği içinde ölümlerin ardı arkası kesilmedi. Ve 10 Ekim 2015 yılında Ankara da gerçekleşen katliamda, Ziya Saygın’da hayatını kaybetti.
Ziya Saygın evliydi, elli altı yaşındaydı. Dilan ve Taylan adında iki evladı vardı. Uzakta ki çocuklarına mektup yazan ve gelen cevap mektuplarını saklayıp evlatlarını özledikçe okuyan, okudukça koklayan, kokladıkça da ağlayan bir babaydı. İçinde, kötülükleri perdelemeye çalışan koca bir yürek; gözünde, güzellikleri büyütmek için kalın bir gözlüğü vardı.
Bir mayıs günü doğmuş emekçiydi. Ailesinden uzakta bir gurbet işçisiydi. İkametgâhı bile yoktu belki. Kocaeli Gebze de yaşıyor, boyacılık yapıyor, alın teriyle yaşayıp, kazandığını bölüşüyordu. Ezilenlerin Sosyalist Partisi Gebze İlçe Başkanıydı. Omuzunda bir sevdanın yükünü taşıyordu. Her işçi eylemine destek veriyor, nerede bir hak arayışı varsa, sesiyle, beyniyle, gövdesiyle yer alıyordu. Kanatlanan bir kuş gibi çıkıyordu ağzından kelimeler.
10 Ekim Ankara katliamında kaybettiğimizde ondan geriye derin bir hüzün ve hafızlarda yaşayan anıları kaldı. Sivas merkeze bağlı Düzova köyü Cemevi’nden uğurlandı son yolculuğuna. Lise öğrencisi kızı bu zamansız gidişi kabullenmiyor, “Baba sesimi duymuyor musun? Uyansana. ” diye sesleniyordu. Eşi yarı baygın, koluna girenler sayesinde ayakta duruyor, Van’da askerlik yapan oğlu gözyaşlarına boğuluyordu.
10 Ekim 2015 günü Ankara katliamında kaybettiğimiz yüreği barıştan yana atan güzel insanlar… Onlar canlarımız, dostlarımız, sevdiklerimiz. Eskiden her eylemde onlarla birlikte yürürdük. Artık her eylemde onlar içinde yürüyeceğiz. Uçurum çiçeklerinin anıları önünde saygıyla…
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.