U-MUTLU GÜNLERE
Yeni bir hafta ortasından merhaba sevgili okur.
Yaz, sonbahara doğru devinime geçmeye başladı.
Hüzün ayı denmesinin nedeni, yaz mevsiminin bitmesi sanırım.
Yeşilin sarıya dönmesi, güneşin dokunuşlarının azalması ve ardından hiç olmaması.
Bu sene daha melankolik hissediyorum.
Ülkemin ahvali bu karamsarlığımın kaynağı...
Güzele, iyiliğe dair bir şey göremiyorum.
Haber seyretmeyeli 13 yıl oldu.
Sosyal medyadan istemesek de bilgi ediniyoruz, izliyoruz.
Ankara'da yaşanan bir olaya denk geldim; hani şu polis memuru ve komiser olan üç tanımsız yaratığın, kadınlara saldırdığı olay...
Çaresizliğin verdiği öfke kaçınılmaz...
Önüne geleni liyakatsizce doldurdular , koruması gereken katil gibi saldırıyor.
Sözde tutuklanmışlar.
Üç gün yatırıp salarlar, üstüne görevine devam ederler.
Sokakta mülteciler çocuk bıçaklıyor.
Kuşadası'nda denizden tekneyle kaçak mülteciler geliyor.
Ekonomiye hiç değinmek istemiyorum.
Her şey eprimiş kumaş gibi.
Elle tutulur yanı yok.
Nereden tutsak elimizde kalıyor.
Sorunların kaynağı ne biliyor musunuz aslında?
Sevgisizlik...
Özümüzü sevmemek.
Dolayısıyla saygımız da olmuyor kendimize.
Akıntıdaki kuru yaprak gibi dağılıyor, sürükleniyor içte kendine sevgi , saygı taşımayan...
Huzursuz Beyin adlı dergiyi takip ediyorum.
Tam da bununla ilgili , güzel bir yazıya rastladım.
"Marcus Aurelius, bilgece geçen hayatına rağmen kendisine yeterli saygı göstermemekten yakınır:
“Kendine kötü davranıyorsun ruhum, kendine kötü davranıyorsun!”
Filozofa göre özsaygımızı başkalarının düşüncelerine bağladığımızda, hayatımız sürekli dalgalanır ve kendimizi olmadık durumlarda buluruz:
“El yordamıyla dolaşmayı bırak. Yaşam yorgunu olduğunda, amaç bulamadığında herkes aptallık yapar.”
Nietzsche de kendi yolumuzu bulmamız için öz sevginin ve anlayışın şart olduğunu söyler.
“İnsan,” der Alman filozof, “kendini şifalı ve sağlıklı bir sevgiyle sevmeyi öğrenmeli, kendisine katlansın ve orada burada sürtmesin diye.”
Filozofların öz sevgiye önem vermesi şaşırtıcı gelmez, çünkü çoğumuzun hayatında iki farklı standart bulunur.
Sevdiklerimizin kusurlarına anlayışla yaklaşırken, kendi hatalarımıza karşı sert, kaba ve yargılayıcı oluruz.
Üstelik bazen bunu fark etmeyiz bile.
Kendimize daha sert standartlar koymamızın iki temel nedeni bulunur.
Bir kere beynimiz sıradanlıktan hoşlanmaz. Ortalama üstü etkisine göre çoğumuz, bizim için anlamlı olan zekâ, dürüstlük, ahlaklılık gibi konularda ortalamanın üstü olduğumuza inanırız.
“Sence nasılım” diye sorduğumuzda, biri bize ortalama arkadaş, partner, ebeveyn veya çalışan derse, hakarete uğradığımızı hissedip, hayal kırıklığı yaşayabiliriz.
Bu şu anlama gelir; kendimizi iyi hissetmek için ortalamanın üstü olmamız gerekir.
İkincisi ise şartlı sevilip sayılmamızdan kaynaklanır. Çocukluğumuzdan beri değerimizi ne kadar uslu, başarılı ve itaatkâr olduğumuz belirler.
Nietzsche’ye göre içimizdeki sert eleştirmeni ebeveynlerimiz ve toplum dikmiştir;
özeleştiri, onların sınırlarından uçmamızı engelleyen ağırlık işlevi görür.
“Vicdanen hafif bir kuş olmak isteyen önce kendisini sevmeli,” der filozof.
Yani kişinin kendisini içine işlenmiş mekanizmaya rağmen sevebilmesi özgürlüğü için bir şarttır."
Evet sevgili okur ; sevgi olsaydı kendimize, kimsenin bizi ezmesine ve üzmesine izin vermezdik.
Hakkımızı savunmasını bilirdik.
Çaresizlikten celladına aşık bir şekle dönüşmezdik...
Özgürlükler sadece bizim seçimlerimizdedir.
U-mutlu günler dilerim.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.