SİZİN MEVSİMİNİZ HANGİSİ?
Hüzün en çok sonbahara yakışır. Sonbaharda her şey kızıl, sarı ve kahverengi tonlarındadır. Bundan mıdır nedir hüzün deyince aklıma sarı ve kızıl renginin değişik tonları gelir ve bir de, elbette Cahit Sıtkı Tarancı…
Yaş Otuz Beş şiirini bilmeyen yoktur herhalde. Hani şöyle başlar;
Yaş Otuz Beş, yolun yarısı eder/ Dante gibi ortasındayız ömrün/Delikanlılık çağımızdaki cevher/Yalvarmak, yakarmak nafile bugün/ Gözünün yaşına bakmadan gider
Cahit Sıtkı’nın yaşadığı yıllarda yaşın sonbaharı otuz beş iken, bu yıllarda yaşın sonbaharı bence kırk beş. Hem Cahit Sıtkı’dan hem de ‘beş’teki ‘ş’ seslerinden olsa gerek otuz beş ve kırk beş sayıları sarımsı gelir bana. (Ş sesinin ne alakası var diyebilirsiniz haklı olarak, daha sonraki bir yazımda seslerin çağrışımları üzerinde durmak isterim.)Sonbahar sözcüğü de öyle değil midir, onunda kızıla çalar sarı bir rengi yok mudur?
Sonbahar da bahardır ama baharın sonudur. Ne ilkbahar gibi çocuksu ve coşkuludur ne de kış gibi ölüm korkusunu barındırır. Tam da bunun için hüzünlüdür aslında, ‘son bahar’ anlamını yüklediğimiz bu yaşlar. Bol bol geçmişi sorgulatır ve sorular sordurur. Size fazlalık gelen çok şeyi üzerinizden atacak cesarete yine bu yaşlarda sahip olursunuz. “Gökyüzünün başka renginin de olduğunu” bu yaşlarda daha çok fark edersiniz. Sonra, telaş ve geç kalmışlık korkuları içinde zaman büyük bir değer kazanır.
Yine Yaş Otuz Beş şiirinde;
Saçlarıma kar mı yağdı ne var?/ Benim mi Allah’ım bu çizgili yüz?/ Ya gözler altındaki mor halkalar?/Neden böyle düşman görünürsünüz?/Yıllar yılı dost bildiğim aynalar? der.
Cahit Sıtkı Tarancı’nın cevabını bildiği bu soruları sormasının sebebi geldiği yaşı, bu yaşla beraber gençliğini kaybedişi ve ölüme karşı duyduğu korkudur.
Ölüme karşı bir korkum olmadığından mı yoksa melankolik bir yapım olduğundan mı bilmiyorum, ben sonbaharları her zaman sevmişimdir. Belki de hüznü sevişimdendir.
Şüphesiz Cahit Sıtkı Tarancı, şair duyarlılığı ve ölüme karşı duyduğu korku ile sonbaharın hüznünü çok daha derin hisseder. Yüzündeki çizgiler, gözaltındaki mor halkalar, bir daha gelmeyecek olan heyecanlar, kır düşmüş saçlar, azalan dostlar, cenazelerin artık dikkatini çekmeye başlaması, aşkların hatıralarda kalması, kaygıların artması ve bütün bunlarla hayatın başka gerçeklerini görmeye başlaması, “ayva sarı nar kırmızı sonbahar”ı çaresizlik içinde kabullenmesini sağlar.
Yaş otuz beş şirinde, renge dair kullanılan her sözcüğün renk çağrışımı, sonbahar rengidir. Mor halkalar, ateş, tarumar bahçe, ayva, nar, sarı. Sarı ve kızıl renklerinin hâkim olduğu sonbahar, aynı zamanda ayrılığın habercisidir.
Sonbahara edebiyatımızda hazan mevsimi de denir. Ve hazan mevsimi, hüznün mevsimidir. Edebiyatın hüzünle, başkaldırıyla, çaresizlikle yakın bir ilişkisi vardır. Bu nedenle olsa gerek edebiyata en çok konu olan mevsim de sonbahardır.
Doğanın doğal akışı içinde, insanlar da yer alır ve yaşları itibariyle onlar da mevsimlere ayrılır.
Sizin mevsiminiz hangisidir bilmiyorum ama ben sonbaharları her yaşımda sevmişimdir. Keşke hep bu mevsimde kalabilmeyi başarma şansım olsaydı.
Bu mevsimi, gençliğimde bile sevmemin bir nedeni varmış demek ki. Çünkü hüzün mevsimi, benim en çok ‘kendim’ olabilmeyi başardığım yaş dönemi oldu.