SAHİPSİZ EĞİTİM
Bu yazımda Abbas Güçlü’nün yazı başlığını kullandım. Yazısında eğitimin sahipsiz olduğundan bahsediyor ve bir matematik öğretmeninin mektubuna yer veriyordu.
Devlet okulunda görev yapan öğretmen, sitemlerini dile getiriyordu. Projeler hazırladığını, yarışmalara katıldığını ama ne okul idarecilerinin ne ilçe eğitim müdürlerinin, projelerine ve çalışmalarına ilgi göstermediklerini söylüyor, destek bulmadığını belirtiyordu. Yaptığı çalışmalarından örnekler veriyor ve şöyle bitiriyordu: “Bir de devlet öğretmenleri çalışmıyor diyorlar. Ben çok çalışıyorum ama ne destek alıyorum ne de teşvik. Ben niye çalışayım ki…! Beni küstürmüyorlar.”
Devlet okullarında yıllarca çalışmış bir öğretmen olarak, bu arkadaşımızın küskünlüğünü anladım ve hak verdim. Devlet okulunda birçok arkadaş bu nedenlerle kırılır, emeklerinin boşa gittiğini düşünüp yapacağı etkinliklerden yavaş yavaş vazgeçer. Maddi destekleri hiç olmadığı gibi, kendi çabalarıyla gerçekleştirdikleri projelere dahi yeterli ilgiyi göremezler.
Son yıllarda çeşitli okullardaki arkadaşlarımdan da, benzer şikâyetler dinliyorum. Öğretmenlerin gözlerindeki ışık sönmüş, siyasi yandaşlık eğitimin çok önüne geçmiş. Performansın, işteki yetkinliğin ölçüsü partisel taraftarlıkla belirlenir olmuş.
Bir arkadaşım “iyi ki ayrıldınız hocam, bu ortamda siz asla yapamazdınız” dedi.
Benim çalıştığım dönemlerde de benzer sorunlar vardı ancak bugünkü durum, eğitimde bir facia diyebilirim.
Kendi gözlemlerimle ve tecrübelerimle, 10 yıl öncesi, 10 yıl sonrası farkı sadece bir örnekler anlatayım.
Ben de devletteki öğretmenlik yıllarımda çok fazla projeler yapardım. Bir gün iki öğretmen arkadaşım “neden bu kadar çalışıyorsun, sana kimse teşekkür bile etmiyor” demişlerdi. (onlar da derslerinde çok başarılı iki öğretmen arkadaşımdı.) Verdiğim cevap şuydu: Bana birisi teşekkür etsin diye çalışmıyorum. Öğrencilerin gözündeki ışık, onlarda gördüğüm değişiklik beni çok mutlu ediyor.”
O dönemlerde ben bu sözleri söyleyebilecek mesleki doygunluk yaşayabiliyordum. Çünkü, yaptığım faaliyetlerime istediğim desteği göremesem de, teşekkür etmeseler de, beni engellemiyorlardı. Bugün farklı siyasi görüşten olan öğretmenlerin başarılı çalışmaları, bir bahane bulunarak ya da tamamıyla görmezden gelinerek değersizleştiriliyor, herhangi bir yolla, öğretmenin eli kolu bağlanıyor.
Ayrıca, çalıştığım yıllarda gözleri parıltılı, mutlu-umutlu öğretmenler, müdürler, öğrenciler görmek mümkündü. Şimdi herkesi bıkkın, çaresiz ve ümitsiz görüyorum. İdareciler de, öğretmenler de, öğrenciler de bir görevi zorunlu olarak yerine getirmek için okula gidiyorlar sanki. Oysa eğitim görevden çok, gönül işidir bana göre. Maalesef, o gönülleri çok fazla kırıp küstürmüşler.
Bu sorunların özel okullarda olmadığını düşünen arkadaşlara, çok yanıldıklarını söyleyeyim. Özel okullarda da benzer ve daha başka sorunlar var. Kol kırılıyor yen içinde kalıyor, hiçbir sorun dışarı yansımıyor. Durum böyle olmasaydı, bunca özel okulu bulunan Türkiye’de, eğitimin çöküşünden ve sahipsizliğinden bahsedebilir miydik?
Eğitimdeki tüm sorunları düşündüğümde, MEB’in, iyi bir eğitim istediğinden kuşkuya düşüyorum.