Levent Turhan Gümüş ile Vedat Türkali Üzerine
Hayatı, liseyi bitirmek üzereyken kavramaya başlar Vedat Türkali. Sanat hayatına toplumsal olayları şiirleştirmekle adım atar. İlk şiirini henüz 19-20 yaşında, 1938 – 39 yılları arasında yazar. İkinci şiiri beş yıl sonra gelir. Yazdığı o şiir bu gün hala dilden dile söylenen güçlü imgeler, özlemler ve umutlarla bezenmiş ‘’İstanbul’’ şiiridir. 1944-50 yılları arasında yazdığı şiirleri sanat ve siyaset çevrelerince elden ele gizlice dolaştırılırken özellikle ‘’İstanbul’’ şiiri büyük bir yankı uyandırır.
1951 yılında sosyalist düşünce ve eylemleri nedeniyle tutuklanır Vedat Türkali. 1951 yılında başlayan TKP davası 1954 yılında karara bağlanırken 9 yıl ceza alır. Vedat Türkali’nin şiirleri yaşamından damıtıldığı için serttir. Fazla imge kullanmamıştır. Yalın ve dışavurumcudur. Bu nedenle ‘’şiir artık böyle yazılmıyor’’ diyenler, şiirinin ‘’ürküntü uyandırdığını’’ söyleyenler olsa da ondan kopmaz.
Türkali’nin şiirlerini okuduğumuzda hemen hemen hepsinde ‘’dışarıdan’’ değil, ‘’içeriden’’ samimi bir ses gelir. O yaşadığını yazan, yazdığını yaşayan bir şairdir. Vedat Türkali’nin şiirlerinde destansı bir dil vardır. Farklı yıllarda yazılmış şiirler olsa da bir bütünlük içinde ilerlediğini görürüz. Mısralarında tarihsel TKP tarihini, cezaevlerinde, hücrelerde yaşanan insanlık ihlallerini okuruz.
Şiirlerinde yarınlara dair umudunu kaybetmemiş yaralı bir savaşçıdır Türkali. Ülkesinin üzerinde dolanan karabulutlara meydan okumuş, bu toprakların bitmeyen çilesini destansı bir dille mısralarına taşımıştır. Bence onun şiirleri tarihsel bir sürecin acıyla yaşanmış olsa da umutla kaleme alınmış belgeleridir. Ölümümün yıl dönümünde Vedat Türkali’yi, yazar Levent Turhan Gümüş’e sordum. Gümüş ile Türkali’nin hem şair kimliğini hem de İstanbul şiirini konuştum.
Nazım Hikmet’in hem Vedat Türkali hem de Türkali’nin de dâhil olduğu kırk kuşağı şairleri üzerinde ki etkileri nelerdir diye sorduğum da Gümüş’ün cevabı şöyleydi. ‘’Nâzım sadece kendi döneminin genç şairlerini değil, öykücü ve romancılarını da etkilemiştir. Örgütlü, gerçekten ileri, sınıfsal bir kavganın sanat sorumlusu olarak gördüğü Nâzım’a öykünmüştür Türkali, bunu açıkça “Önce her şey Nâzım Hikmet’ti.” diye söylemiştir de.’’
Büyük ilgi ve beğeni toplayan dilden dile gönülden gönüle yayılan ‘’İstanbul’’ şiirini sordum Gümüş’e. O şiiri bu konuma getiren neydi diye sordum. Cevap şöyleydi. ‘’Özgürlükler yine kısıtlı, dizginler yine bir avuç vurguncunun, hergelenin elinde. Toprak ağasının yerini alan sermaye sahipleri ve oligarklardan oluşan bir haramiler güruhu tarafından ülke iliğine kadar sömürülüyor. İstanbul; sınıfsal çelişkileri derinleştiren gündelik hayatı, iktisadi ve siyasi hayat içindeki konumu, tarihsel özellikleri nedeniyle değişmesi, değiştirilmesi gereken simge kent olma hâlini sürdürüyor. Öyle olunca da haramilerin saltanatını yıkma vaadi de, yıkacak ve yıkılacak olanı bağrında toplamış bir İstanbul’a “Bekle bizi” diye seslenmek de “güncel” bir talep olarak öne çıkıyor.’’
Vedat Türkali’nin yaşanılan onca acıdan sonra inatla ayakta durabilmesini, umudunu kaybetmemesini, işkenceler, tutuklamalara rağmen doğacak güzel günlere inanmasını ve bunu şiirleriyle dile getirmesini neyle açıklayabiliriz? diye sorduğumda ‘’Komünist ütopyaya son ana kadar bağlı kalmasıyla açıklayabiliriz’’ dedi ve şöyle devam ettirdi. ‘’Ölümünden bir süre önce kendisiyle yapılan bir söyleşide “hâlâ komünist” olduğunu söylemişti. Sağ yumruğunu havaya kaldırmış bir fotoğrafı vardır. Bu ve benzeri tüm soruların yanıtı o fotoğrafta saklıdır.’’
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.