GEBZE KAYMAKAMI KEMAL BEY VE TEHCİR
Ne zaman Ermeni ‘Soykırım’ iddiaları gündeme gelse, ben 1912’de Gebze Kaymakamlığı da yapmış Kemal Bey’i hatırlarım. Boğazlıyan Kaymakamı iken, Ermeni tehcirindeki ölümlerden sorumlu tutulmuş, İngiliz ve Fransızların ısrarları ile, 20 Nisan 1919’da, 35 yaşında Beyazıt Meydanında asılmıştır. İlk ‘siyasi şehit’ olarak kayıtlara geçmiş, son sözleri şöyle olmuştur: “Sizlere yemin ederim ki ben masumum, son sözüm bu gün de budur, yarın da budur. Ecnebi devletlere yaranmak için beni asıyorlar. Eğer adalet buna diyorlarsa kahrolsun adalet!.." Türkiye, her nisan ayında, ‘Ermeni Soykırım’ iddialarının krizini yaşar. Gözümüz kulağımız dış parlamentolardan gelecek haberlere odaklanır. Fakat bu yıl, durum çok daha kritik gözüküyor. Vatikan’ın, Avrupa Parlamentosunun ve Almanya’nın iddialara dâhil olmasıyla birlikte, Türkiye ciddi bir kıskaç içine alınıyor. “Başkaları ne derse desin, ben kabul etmedikten sonra” diyebiliriz tabii ki ancak uluslararası hukuk kurallarıyla, Türkiye’ye ne gibi yaptırımlar uygulayacaklarını kestirmek de zor değil. Ermeni soykırım iddialarının, tarihi gerçeklikten ziyade siyasi bir zeminde yürütüldüğü kesin. Ermeniler, tarihi gerçeklerin ortaya çıkmasını çok da arzulamıyorlar gibi. Siyasi olarak elde ettikleri başarıya, tarihin gerçekleriyle gölge düşürmek istemiyorlar elbette. Türk yetkililerinin çok defa, tarih komisyonları kurulmasından bahsettiğini, hatta kazan-kazan dönemlerinde Ermenistan’la kapıların açılıp, böyle bir komisyonun da kurulacağı haberi yapılmıştı. Merakımdan, Ermeni meselesiyle ilgili birçok makale ve birkaç kitap okumuşumdur. Bunlardan en dikkat çekici bulduğum Almanya doğumlu, tarihçi Guenter Lewy’nin kitabıdır. Dikkat çekici bulmamın nedeni, Türklerle hiçbir bağı olmamasına rağmen yazdığı kitaplarda; Ermeni yazarların, tarihi gerçeklerden çok, duygusal ve gerçek dışı tezler öne sürdüklerini, kendi araştırma ve belgeleriyle ortaya koyuyor ve Ermeni tezlerini çürütüyordu. Hatırladığım kadarıyla Lewy’nin tezleri Türk tezlerine benziyordu. Yani, 1915 tehcirinde, Osmanlı Devletinin, Ermenileri korumakta aciz kaldığını, bu nedenle ölümlerin olduğunu ancak kasıtlı bir soykırım yapılmadığını söylüyordu. Ara Sarafian’ın(Londra, Gomais Enstütisi),Ermenilere Soykırım yapıldığını ispat için yazdığı raporda, zorlanılan ve ikna edici olmayan, Lewy’yi haklı çıkaran bir ‘soykırım’ iddiası gördüm. Murat Bardakçı’nın “İşte tehcirin uygulanmasını ve Doğu’daki bütün Ermeniler’in sürülmesini başlatan mektup!” adlı makalesinde, ilk kez yayımlanan bir belgeye yer veriliyordu. Yazıda tehcirin neden ve nasıl başlatıldığı anlatılıyordu. Agos Gazetesi’nin, tarihçi Prof.Şükrü Hanioğlu ile yaptığı röportajı “1915’in tümüyle tarihçilere bırakılması anlamlı değil” başlığı ile sunması, Ermeni tehcirinin, siyaseten yürütülmesinin daha karlı bir tercih olduğunu gösteriyor. Kaldı ki, yapılan röportaj, 1915 olaylarının, soykırımdan çok, tehcir olduğunu ortaya koyuyor. Yazdıklarımdan Ermenilerin acılarını küçümsediğim anlamı çıkarılmamalı. Tam tersine, savaşların tüm milletleri acılara boğduğunu bilir, her milletin kaybettiğine inanırım. Daha Ermeni tehcirinin 3 yıl öncesi, 1912’de Balkan Savaşlarıyla yüzbinlerce Türk, Balkan topraklarından Anadolu’ya sürülmüş, sefalet, açlık, kolera nedeniyle on binlercesi yollarda ölmüştür. İstanbul’a ulaşmaları bile ölümlerini durduramamış, Balkanlardan İstanbul’a taşınan kolera, binlerce insanın ölümüne sebep olmuştur. O günleri anlatan bir anı yazısında “koleradan ölenler öyle çoktu ki, okul çocukları, kireçlenmiş cesetlerin yanlarından geçip giderlerdi” diyor. 19 yy’ın sonları ve 20.yy’ın başları, Osmanlılar için felaketlerin yıllarıdır. Bu yıpranmışlığın, sefaletin, savaşların içinde, ne olmuş da, millet-i sadıka denen Ermenilerle tehcir boyutuna gelinmiştir? Bu soru, ‘Soykırım’ diyenlerin hiç de umurunda değil. Görünen o ki, biz de kendimizi iyi anlatamamışız. Eğer uluslararası siyasette tembellik etmemişsek, bu başarısızlığın nedenlerini de, umarım düşünüyoruzdur. Ancak, şunu da biliyorum ki, çıkarlar söz konusu olduğunda, gerçeklerin pek bir önemi yok. Hele de uluslararası ilişkilerde.