Dilovası’nda hırsızın hiç mi kabahati yok
Uzun veya kısa süreli bir suskunluk döneminin ardından gerek sosyal medyadan yaptığım bir dizi paylaşım, gerekse dünden itibaren köşe yazısı da yazmaya başladığım Yeni Haber Gazetesi zemininden, kendime has eleştiri tarzım ve biçimimle dönüş yapmış oldum. Kendimi tamamen gizlediğim değil ama hayli pasif geçirdiğim bir süreçti. Bu konuda şahsıma yönelik eleştirileri kabul etmek bir tarafa özeleştiri olarak da izah ediyorum ki, bir istikrarsız gidişat söz konusu. Farkındayım. Sebebi var. Bende, bana kalsın.
Kimi yorumlarımda da ifade ettim. Şayet hele ki formda isem üzerinde durulacak çok konu var. Sadece yerelde yaşananlar üzerinden dahi çok sayıda konuda fikir yürütmek mümkün. Ayrıca örneğin 30 Ağustos Zafer Bayramı yasaklamaları gibi yereli ilgilendiren genel meseleler varlığını sürdürünce, konu bulma sıkıntısı yok. Bu bakımdan gün içinde sosyal medyadan çok sayıda konu paylaşsam dahi gazetede de yer alacak yeni konu edinmek mümkün. Hatta gazetenin sitesindeki köşeye günde 2-3 yorum dahi yazılabilir.
Ancak memlekette özellikle içinde bulunduğumuz dönem itibariyle bu tür paylaşım, yorumlarda bulunmanın bir takım riskleri, bedelleri var. Fox TV’de Fatih Portakal’ın kişisel olarak en verimli çağında, zirvedeyken meslekten emekliye ayrılma isteminde iki kutuplu bir baskının emareleri var.
İlki çok bilinen, iktidar baskısı.
İkincisi hiçbir kural tanımayan, teoride küfür içerikli, fırsat bulursa pratikte şiddet içerikli halk baskısı.
Bu tepkinin gazeteciyi veya düşüncesini eleştirme ile uzaktan yakından ilgisi yok. Düpedüz, bildiğiniz şiddet.
Portakal’ın anlattığına veya söylenene göre bir gün yolda otomobili ile seyir halindeyken bir vatandaşın çok ağır küfürler içeren tepkisine, hakaretine maruz kalmış. Doğrudur. Hala istifasının ardından sosyal medyadan ağır eleştiriler sürdürülüyor. Yakın tarihte Partili Cumhurbaşkanı Erdoğan tarafından aleni şekilde hedef gösterildiği, soyadı üzerinden alaya alındığı dahi olmuştu. Göğüslenmesi çok kolay tepkiler değil.
Zaman zaman şahsımın başına da geldiği olduğu. Mesleğin bir bedeli, cilvesi. Bir örneğinin direğinden de dün ben döndüm.
Facebook’taki sayfamdan, “Seks Kocaeli… Film arasına parça da kondu” başlıklı yorumumda kast ettiğim basın kurumunu esprili bir ifade ile Nihat Hatipoğlu’na havale ettiğimi ifade ederek tamamladım ve Hatipoğlu’nun hicvedildiği bir fotoğraf kullandım. İki tepki geldi. İkisinin de ortak özelliği, yorumu okumamaları oldu ya da ben öyle algıladım. Zeki Canşi’den gelen tepki son derece olumlu ifadelerle doluydu. Negatif eleştirel ama naifti. Yanıt verdim ve akabinde beklediğim yanıtı aldım. Zeki Canşi de anlaşılan o ki yorumu okumadan tepki göstermişti.
Takipçilerimden Enes Şahin’in silmediğim ama yanıta gerek görmediğim yaklaşımında ise, “…bütün küfür ve hakaretleri hak ediyorsunuz ama gerek duymuyorum…” ifadesi de yer aldı.
Face’den yanıt vermedim ama köşeme taşıdığım için kişisel görüşümü belirtmek gerekirse Enes Şahin ve emsalleri dâhil kimse küfür ve hakaretleri hak etmez.
Bu arada başlık bütünü itibariyle bu yorumun buraya kadar olan bölümü girizgâh idi. 300 kelimeyi aşmışım.
Başlık itibariyle asıl kast etmek isteğim konu yine dünkü, “Siyasetiniz batsın. Halk dolandırılırken belediye başkanları bir ay seyretti. Teşekkürü Turan Tekgül hak ediyor” başlıklı Facebook paylaşımı sonrası bir dönem Ardahan İli Çıldır İlçesi Akkiraz Köyü Dernek başkanlığı da yapan, takipçilerimden Soner Yalçın’ın getirdiği yorum idi.
Yorumlarına katılmadığım hayli fazla detay var.
“Acaba okumadan mı?” ya da “Sadece başlığı okuyarak mı?” yorumladı ikilemine de düşmedim değil.
Meselenin özü şudur ki halk ekmek büfelerine ekmek satan fırında eksik gramajlı ekmek üretilmiş,
Bu konuda ihbar 25 Temmuz’da gerek sosyal medya gerek basından yapılmasına rağmen müdahale ancak bir ay sonra gelmiştir.
Belediye basın bürosundan servis edilen haberde de, "Dar gelirli vatandaşlarımızın aynı kalite, gramaj ve daha uygun fiyatlarla ekmek almasını sağlamak için açılan halk ekmek büfelerimizde kimsenin halkımızı kandırmasına izin vermeyeceğiz. Kimsenin halkımızın ekmeğinde gözü olamaz. Bundan sonra da denetimlerimiz aralıksız olarak sürecektir" denmiştir ki naçizane gazeteci olmakla birlikte halkın bir bireyi olarak, hadi kibar izah kullanayım, doğru söylenmemiştir.
Soner Bey, “Bırakın bu işleri” diyor. Yok. Mesleğimizin gereği bu tür işler.
Paylaşımında dilimiz kurallarının pek uygulanmamasından sebep anlamakta zorlanıyorum ama; kendi düşüncemde belediye başkanlarına ses çıkartmıyormuşum.
CHP’li ve CHP üyesi olmamakla birlikte CHP ile özdeşleştirilen, banko değil ama potansiyel CHP seçmeni bir gazeteci olarak 2004’ten bu yana Gebze Bölgesi’nde CHP’li belediye başkanı vardı da ben mi yanlışını görüp eleştirmedim?
Hamza Şayir’e, “Adam değil” diye bir ifadem mi oldu?
Hakaret içermediği müddetçe halktan gelen hiçbir tepkiyi asla silmiyor, önemseyip naçizane yanıt da vermeye çalışıyorum.
Ama bazen, bazı meseleler ağrıma gitmiyor değil.
Soner Akçay’ın paylaşımında bir satır olsun halka düşük gramajlı ekmek üreten o fırıncı esnafına kırıntı şeklinde atarlanma, görmedim.
“Laf dedirtmem” dediği Hamza Şayir’e atfen, “Başkanım. Sana laf dedirtmem ama keşke bir ay beklemesiydin”..
Onu da görmedim.
Dilovası Belediyesi’nin vakaya dair haber paylaşımında o hırsızlığı yapan fırının, firmanın, esnafın ismi ile teşhiri de mubahtı. Ama malum genelde yerelde vahşi kapitalizm ile yönetilmeyi sürdürüyoruz. İlgili fırıncıların yaptığının bir diğer tanımı ahlaksızlıktır ve yerelde/genelde vahşi kapitalizmin sürdüğü ülkelerde, il ve ilçelerde kolay kolay teşhir edilemez.
En nihayetinde bağlarken bu tür konuları her tür baskıya rağmen elimden geldiğince konu edinmeyi sürdüreceğim. Haklı haksız tepkilere göğüs gereceğim, mesleğin cilvesi bu.
Atarlanın atarlandığınız kadar ama şunu da sormak durumundayım:
Dilovası’ndaki malum vakada, hırsızın hiç mi kabahati yoktu da toz kondurmadınız?