ÇOK GEÇ KALDINIZ HOCAM, ÇOOK!

ÇOK GEÇ KALDINIZ HOCAM, ÇOOK!

 

İstanbul’a gitmek için evden çıkmak üzereyim. Telefonum çalıyor. Bilmediğim bir numara, açıyorum. Karşıda bir bayan sesi “Nurdan hanımla mı görüşüyorum?” “Buyurun” dedikten sonra “Nurdan, ben Mukadder Hoca” diyor. Bir an şaşkınlık içinde duraksıyorum, bir tane Mukadder Hoca tanıyorum o da 30 yıl öncesinde kalan lise öğretmenim. Onun olacağına asla ihtimal vermiyorum ve bir kaç saniyelik suskunluk oluyor. Hafızamda başka Mukadderler arıyorum ama bulamıyorum.

İnsanların büyük bir çoğunluğu en büyük hatalarını öfkeli anlarında yaparlar ya, ben tam tersine en büyük hatalarımı coşkulu anlarımda yaparım. “Bunu niye söyledim ki? Niçin böyle davrandım, ne gerek vardı?  gibi pişmanlıklarım coşkulu anlarımın sonlarında ortaya çıkar.

Bu kez daha dengeli davranmaya çalışsam da yine şaşkın “bir dakika” diyorum “siz lisedeki öğretmenim Mukadder Hanım mı?” “Evet” diyor “senin Darıca’da olduğunu öğrendim, Gebze’den geçerken benim kızım var, onu görmeden gitmem, dedim.”

Uzun, gür ve iri dalgalı kumral saçlarına hayran olduğum Ankaralı hocam, 30 yıl sonra beni buluyor ve görmek istiyor.

Kızım dediğine bakmayın, o vakitler ben 18 yaşımda, o 26 yaşındaydı. 30 yıl, dile kolay. Yıllar ikimizden de neleri eksiltti ve neleri çoğalttı? Telefonumu nereden buldu?

Şaşkınlık, merak, sevinç, hüzün hepsi birbirine karıştı. En güzeli de bana ilk gençlik yıllarımı getirecek. Ne çok oldu unutalı…

İstanbul planlarımı birkaç günlük öteye fırlatıveriyorum. Evde bir heyecan, bir çocuklaşma başladı ki, sormayın. Yüzümde gülücükler, dilimde rastgele şarkılar eksik olmuyor. Eşim ve kızım fark etmeden benim coşkumdan etkileniyor, onlar da harekete geçiyor.

Mukadder öğretmenim eşiyle birlikte geliyor. 30 yıllık zaman eriyip gidiyor, hiç ayrılmamışız gibi, ben 18, o 26 yaşında. Özlemle kucaklaşıyoruz.

Onun birçok öğretmenimden haberi var, kim nerede ne yapıyor anlatıyor. Sonra beni anlatıyor. Dikkatle dinliyorum, öğretmenlerimin gözünde nasıl biriydim ilk defa duyuyorum. Yıllar sonra, lise yıllarındaki Nurdan’ı ilk kez bir öğretmenimin gözünden tanımaya çalışıyorum.

Çalışkanlığımdan, verilen görevleri fazlasıyla yaptığımdan, daha başka şeylerden bahsediyor ama beni en çok etkileyen son cümleleri oluyor. “Sen farklı bir çocuktun, çok asildin ”diyor.

Bu sözler, cam kırığı gibi içime batıyor. Boğazım inceden acımaya başlıyor, burnumun ucu sızlıyor ve hafiften gözlerim buğulanıyor. Dilimden “keşke” ile başlayan cümleler, döküldü dökülecek…

O an hayretler içerisinde kalıyorum. Çünkü yıllar önce bir öğrencimin bana söylediği cümlelerin neredeyse aynısını ben öğretmenime yıllar sonra sarf etmek üzereyim.

Lise öğretmenliğimin ilk yılları. Birbirinden farklı, birbirinden renkli onlarca öğrencim var. Doğru eğitim tarzının ne olduğunu, hangi öğrenciye nasıl davranış geliştirmem gerektiğini henüz tam olarak belirleyememişim. Gözlem biriktiriyorum, tecrübe biriktiriyorum. Tedirginim ve kendi tarzıma uyan öğretmenliği arıyorum.

O sıralarda Alp isminde bir öğrencim var. Ders notları vasat olduğundan hiçbir öğretmenin dikkatini çekmiyor. Sessiz. Kimseyi rahatsız etmiyor, özellikle soru sorulmuyorsa asla konuşmalara talip olmuyor. Fakat öyle bir oturuşu, duruşu var ki “ sizin anlattığınız her şeyi ben biliyorum, boşa konuşuyorsunuz” der gibi. Konuşmasını istediğimde yaşının üstünde cümleler kuruyor, etkileyici kompozisyonlar yazıyor. Yazılarından bazı bölümleri sınıfta okuyor, takdir ediyorum ama onu sınıfta kendiliğinden konuşturmayı başaramıyorum.

Derin bir çocuktu, kendine dönüktü. İçi öylesine kalabalıktı ki, bütün enerjisini oraya harcıyor, dışa çok bir şey bırakmıyor. Değerli bir genç ama kendini mümkün olduğunca gizliyor.

Okul yıllarında onunla konuşmayı çok istesem de bir türlü olmuyor. Mezuniyet balolarının olduğu akşam onun hakkındaki düşüncelerimi artık söyleme gereği hissediyorum ve masasına gidiyorum. “Alp “diyorum, “seninle konuşma fırsatım olmadı ama şunu bilmeni istiyorum, sen çok değerli bir gençsin, iyi bir fakülte kazanacağından ve en önemlisi hangi mesleği seçersen seç, o meslekte çok başarılı olacağından eminim.”

Ben düşüncelerimi dile getirmekten gayet memnunken Alp’in gözleri sulanıyor, derin bir kırgınlıkla ve biraz da kızgınlıkla bana bakıyor. Tane tane ve çok net “hocam, keşke bunları bana daha erken söyleseydiniz.” diyor, “ eğer bunları okul sıralarında söylemiş olsaydınız anlım daha dik yürürdüm, ayaklarımı yere daha sağlam basardım.  Çok geç kaldınız hocam, çook!”

Şoktayım. Üzüntü ve sevinç aynı anda kafa kafaya çarpıştığında, beyindeki bütün düşünceler parçalanıyor, kelimeler firar ediyor, beyin bomboş kalıyor. Ben de kısa bir süre öyle bir boşluk yaşıyorum.

Üzülüyorum, geç kalmışlığıma. Seviniyorum, bir öğretmen olarak öğrenciler için değerimi, önemimi fark ettiğime. Yine seviniyorum, Alp hakkında yanılmamış olduğuma, çünkü o farklıydı ve yine farklı bir cevap vermişti.

Mukadder Hocamın söylediği son cümlenin bana verdiği ‘geç kalmışlık’ acısı, Alp’in hissettiği acıyla aynıydı. Ben de “keşke bunları bana o sıralarda söyleseydiniz hocam, belki ayaklarımı yere daha sağlam basardım, belki kaderim etkilerdi, kim bilir?” diyecek oluyorum diyemiyorum, şaşkınım. Hayatımdaki tesadüflere bir kez daha hayret ediyorum.

Kıymetli hocam, yıllar sonra beni bulmanızın değerini ölçeceğim bir söz bulamadım. Söyleyeceğim kelimeler yetersiz kalıyor. Yine görüşeceğiz.

 

Sevgili Alp, geç kalmışlık ne demek, bak da gör. Senin için geç kalmışlık, benim için zamanında bir öğrenmeydi. Öğretmenlikte yolumu çizmeme yardımcı olduğun ve beni yanıltmadığın için teşekkürler.

Bu yazı toplam 200 defa okunmuştur
Önceki ve Sonraki Yazılar
Arşivi