CAN SIKINTISI

CAN SIKINTISI

 

Oğuz Atay demiş ki: “Canı sıkılan insanlardan can sıkarak bahsetmeyin.” Çok hoşuma gitti. Gitti de koskoca bir milletin canı sıkılıyorsa ne yapmak lazım. Susmak mı? O da olmuyor, insanız bir şeylerden konuşmak lazım. Ne kadar sıkıntıdan, mutsuzluktan uzak durayım desen de, okuyor, dinliyor, görüyor, düşünüyorsan kaçış yok. Çünkü gerçeğimiz ne yazık ki pek de iç açıcı değil. O yüzden, Oğuz Atay’ın söylediğinin tersine canı sıkılanlardan can sıkarak bahsedeceğim. Asıl konuma girişim şöyle:

“Bu günlerde insanlar nelerden zevk alıyor bilmiyorum. Bilmeyi çok isterdim.

Siz de sıkıldınız mı? Ben çok sıkkın ve bıkkınım. Son yedi sekiz yılda o kadar ağır gündemler yaşadık ki artık beni hiçbir şey şaşırtmıyor. Sanki duygusuzlaştım. Belki de kendimi çaresiz hissetmekten duyarsızlaştım. Gördüğüm kadarıyla bir tek ben değil Türkiye’de milyonlarca vatandaş aynı durumda. Eskiden heyecanlandığımız, öfkelenip sokaklar döküldüğümüz, coşkuyla halay çektiğimiz olaylar önemini ve değerini yitirdi. Toplumsal hiçbir refleksimiz kalmadı. Üzerimize ölü toprağı serpilmiş gibi.

Kelimeler, kavramlar, kurumlar değer yitirdi. Bu yok oluş içerisinde, var olabilmek için insanlar siyasette daha çok fanatikleşiyor. Tutunacak değer dallarını yerle bir eden politikacılar kendilerine hem maddi hem manevi olarak bağımlı insan toplulukları ortaya çıkarıyorlar.

Hani Stalin’in Tavukları diye bir öykü vardır ya, onun gibi. Biliyorsunuz, Stalin bir gün yöneticilerini toplar ve “halkı kendinize nasıl bağımlı hale getirip istediğiniz gibi yönetebilirsiniz, diye sorar. Yöneticilerden kimi adaletle, kimi demokrasiyle der. Stalin hepsine küçümseyici gözlerle bakar, yaverine bir tavuk getirmesini söyler. Stalin, yaverin getirdiği tavuğun tüylerini canlı canlı, herkesin gözü önünde yolar. Etraftakiler şaşkın gözlerle Stalin’i izlerken Stalin tüylerini yolduğu tavuğu salonun ortasına bırakır.

Zavallı tüysüz tavuk, dışarı kaçsa üşür, soba yanına gitse yanar, duvar dibine tünese derisi acır. Ne yapacağını şaşıran tavuk feldir feldir sığınacak yer arar. O sıra, Stalin avucundaki darı tanelerini kendi ayakları arasına döker. Ne yapacağını şaşırıp ortada can havliyle dolanan tavuk, darı tanelerini de görünce Stalin’in paçaları arasına girer. Şimdi mutludur, çünkü hem darısını yiyor hem de Stalin’in paçalarını arası yumuşak ve sıcaktır. Sevgili tüyleri yolunan tavuk, artık Stalin nereye gitse oraya gitmeye seve seve razıdır.

“İşte” der Stalin, “halk böyle yönetilir. Halka istediğinizi yaptırmak için önce onu yolmanız ve savunmasız bırakmanız gerekir.”

Böyle bir olay yaşanmış mıdır yoksa uydurma mıdır, bilmem. Ancak içinde birçok gerçeği de barındırıyor ki, öykü dilden dile dolaşıyor.

Tavuğun tüyleri, tavuğu koruyan bir kalkan. İnsanlarda, insan olarak kalabilmek için maddi ve manevi kalkanları vardır. Maddi kalkanları, evi ve en azından kimseye muhtaç olmayacağı maddi geliri. Manevi kalkanları ise, her türlü değer yargıları ve güven duygusudur. Herhangi bir şekilde bu kalkanlardan birisi gittiğinde insanlar Stalin tavuğuna dönüşüverir.

Eh bir de, biliminiz sanatınız yoksa, eline fırsat geçiren Stalin olur, gerisi tavuk olmaya mahkum gibi gözüküyor zaten.

 Ben tavuk değil insan olmak istiyorum diyenlere de, ben Stalin değil adalet ve hukukla iş götüren yönetici olmak istiyorum diyenlere de, Allah’tan yardım, sabır, güç ve direnç diliyorum.

 

Doğru söze ne denir deyip, Darvin ‘in bir cümlesiyle yazıma son vereyim: “ Bilim ve sanat kuşun iki kanadı gibidir. Bu iki kanadı kullanan toplumlar uçar ve özgür olurlar, uçamayanlar ise tavuk olurlar. Tavuk toplumlar, önlerine konan yemi gagalarken arkalarından yumurtalarının alındığını fark etmezler.”

Bu yazı toplam 219 defa okunmuştur
Önceki ve Sonraki Yazılar
Arşivi