10 EKİM 2015
Ayazının, parmakları donduran soğuğunun meşhur olduğu yer; Ankara... Oysa o gün havada ne bulut, ne rüzgâr. Sıcacık bir başkent sabahı… Güneş barışa yürüyenlere gülümseyerek veriyor selamını. Belli ki o da yorulmuş dağlar gibi; toprak gibi, ölümlerden.
Geceden uykusuz kalmış gözleriyle çocuklar yan yana duruyor; sırtlarında çantası, ellerinde bayraklarıyla... Çocuklar yan yana duruyor; dillerinde şarkıları, omzunda dost selamıyla… Halaya duruyorlar hep birlikte Ankara’da. Halaya duruyorlar şarkılarla. Dursun diyorlar, dursun bu akan kan, bu kin ve nefret.
Derken halay çeken çocukların arkasından bir alev gökyüzüne fışkırıyor. Bir volkan gibi patlıyor yeryüzü. Kulaktaki çınlama susturuyor tüm şarkıları. Kuşların cıvıldayışı bitiyor. ‘’Simitlerim sıcak’’ diye bağıran çocuğun sesi, arkadaşlarını kucaklayan işçinin neşesi, barış sloganları atan kadının nefesi duyulmuyor. Gülümseyen güneşin ışınları siliniyor, parçalanmış insan bedenleri yağıyor havadan. 103 kişi ölüyor 500 kişi yaralanıyor. Kaçışıyor barış, sığınacak bir yer arıyor kendine.
1999 depreminde ‘’Sesimi duyan var mı?’’ diye haykırıyordu insanlık, Ekim’in 2015’inde ‘’Canlı var mı, canlı’’? diye bağırıyor. Üzerinde “Barış” yazan pankartlar örtülüyor barış için ölen yaşam savunucularının üzerine. Mezar taşları misali… Her birinin ismi barış oluyor. İnsanlar geziniyor cesetlerin arasında. Aralarında tanıdık arkadaşlarını arıyor gözler. Parçalanmış cesetlerde bir dost yüzü. Sonra bir anne çığlığıyla yırtılıyor gökyüzü. ‘’Bulamıyorum onları, evlatlarım nerede? ‘’
Evlatları Suruç’ta, evlatları Diyarbakır’da, evlatları Reyhanlı’da, evlatları Sultanahmet’te evlatları Ankara’da ölüyor anaların. Yine Ankara’da, öldürülmesini kabullenemezken biz on yedisinde Erdal’ların, dokuz yaşında Barış adında bir çocuğun canına kıymak zoruna gitmiyor cellâtların…
Türkiye siyasi tarihinde iç çekerek okuduğumuz katliamların çok daha büyükleri yaşanıyordu ülkemizde. Sadece isimler ve sayılar değişiyor; katledenlerle katledilenler hep aynı kalıyordu. Ogün gazetecilerin “istifa edecek misininiz?” sorusuna karşılık atanmış İçişleri Bakanı ‘’Hiç bir güvenlik zafiyetinin bulunmadığını’’ söylerken bir diğer atanmış Adalet Bakanı ise gülüyordu. İktidar, yerde yatanların teni soğumamışken ve bedenleri sokaktan kaldırılmamışken daha ‘’Ölenlere rahmet ailelerine başsağlığı’’ diliyordu. Ve kimileri katliama karşı yapılan eylemlere dahi katılmayıp; masa üstünde, telefon galerisinde, USB belleğinde hazırda tuttuğu siyah fotoğrafları paylaşıp, karartılan profil resimleriyle vicdanlarını rahatlatabiliyordu
Artık yaşanan her katliamdan sonra yaşıyor olmaktan utanıyor, bir özrü ve bir ömrü gidenlere borçlu hissediyoruz. Lütfen bizi affedin. Eğer hesabını bir gün katillerden soramazsak, siz hesabı bizden sormaya, rüyalarımıza gelin.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.