Sorumluluk ve gençleşme
Yaşam ve süreç içinde yaşadıklarımız, değerlerin korunmasında, geliştirilmesinde ve ülkenin demokratikleştirilmesinde çok ciddi sorumluluklarımız olduğunu her fırsatta anımsatıyor.
Terörden ve özellikle de faili meçhul cinayetlerden en fazla etkilenen ülkelerden birinde yaşıyoruz. Ve, yaşam skalamıza bakıldığında, terörün en fazla can yaktığı ve en fazla faili meçhul cinayetlerin yaşandığı süreç 1990-2000 arası olmuştur. Saymakla bitmeyecek siyasal cinayet (ki çoğunun faili meçhul olduğu görülmüştür) anılan sürecin kilometre taşıdır.
Buradan yola çıkarak bir teorem oluşturulabilir aslında. Emperyalizmin, 1900’lü yılların başında sömürüye başkaldırıp ulusal değerleri üzerinde yükselmeyi hedefleyen, kısmen de bağımsızlık eksenini kabullenip yerleştirmeye çalışan ülkelere, 100 yıl sonra bedel ödettirme kararlılığında hareket edip bu anlayışa uygun stratejilerini adım adım hayata geçirmekte olduğu da, oluşturulabilecek teoremlerden biridir.
Nitekim, bu teoremi güçlendiren bulgularla hergün yüzyüze geliyoruz. O nedenle, her aşamada artan sorumluluğumuzun bilincinde olmamız gerekiyor.
Söz konusu 10 yıl içerisinde işlenen faili meçhul cinayetlere bakıldığında, emperyalizmin 2000’li yıllardaki yeni sömürgecilik düzenine başkaldıracak sivri uçları en azından törpülemek ve de ortadan kaldırmak için her yola başvurduğu açıktır.
O yoğunluklu faili meçhul cinayetler dönemine bir bakışın tam sırası…
İçişleri Bakanlığı verilerine göre bu 10 yılda yalnız polis bölgesinde 1912 siyasi cinayet işlendi. Bunun 608’i faili meçhul olarak bildirildi. Tansu Çiller’in bu meşhur cümlesini takip eden dönemde ise 1993’te 411, 1994’te 453 olmak üzere 864 siyasi cinayet işlendi, 303’ü faili meçhul olarak kaldı. Türkiye İnsan Hakları Vakfı (TİHV) ve İnsan Hakları Derneği’ne (İHD) göre bu rakamların misliyle fazla insan öldürüldü. Öldürmeler akademisyenler, askerler, işadamları, siyasetçiler avukatlara uzandı.
TBMM’de 1993’te kurulan Faili Meçhul Cinayetleri Araştırma Komisyonu üyesi Hüsamettin Korkutata, sonucu şu ünlü cümleyle anlattı: “Görüldü ki vatan, millet dedikleri şey para, pul, kaçakçılık ve rant işidir.” Tansu Çiller’in danışmanı Memduh Bayraktaroğlu ise ‘Çillerli Yıllarım’ adlı kitabında “Resmi olmayan, sabıkalı isimlerden özel bir tim kuruldu. Bu tim daha sonra uyuşturucu ticaretine karıştı. O dönemde sivrisinek öldürür gibi insan öldürüldü” diye yazdı.
Eski özel timci Ayhan Çarkın’ın itiraflarıyla bugün bu karanlık dönemle hesaplaşma başladı. İşte karanlık 10 yılın tablosu...
İçişleri Bakanlığı’na göre polis bölgesinde 1990 - 2000 arasında işlenen siyasi cinayet sayısı 1912. Bu cinayetlerin 608’i faili meçhul kaldı.
‘Yargısız infazlar’ o yılların korkulu rüyasıydı. Kayıtlara geçen rakam 1165 oldu.
Türkiye İnsan Hakları Vakfı verilerine göre, anılan sürede gözaltı ve cezaevinde 403 kişi öldü, ‘kayıp’ sayısı ise 205 oldu. Yine İnsan Hakları Derneği verilerine göre de, Türkiye’de 253 toplu mezar bulunurken, boşaltılan köy ve mezra sayısı da 3 bin 541 oldu.
Alacakaranlık yıllarında siyaset, istihbarat, asker, polis, kontrgerilla ve yeraltı dünyasına ait isimlerden pekçok önemli aktöre de tanık olduk. Dönemin Başbakanı Tansu Çiller, Susurluk’tan hüküm giyen polis müdürü Mehmet Ağar, MİT’çi Mehmet Eymür ve Korkut Eken, JİTEM kurucularından Veli Küçük, ‘yaşayıp yaşamadığı’ hâlâ tartışılan ‘Yeşil’ kod adlı Mahmut Yıldırım, Susurluk kazasında ölen Abdullah Çatlı, eski özel tim polisleri Susurluk hükümlüleri Ayhan Çarkın, Ayhan Akça, Oğuz Yorulmaz, Enver Ulu, Mustafa Altunok, Ercan Ersoy ve Ziya Bandırmalıoğlu o dönemin karanlık sürecinde en fazla anılan isimler oldu.
Bu dönemin sonu, 3 Kasım 1996’daki Susurluk kazası oldu.
Oldu olmasına ama o süreçte Uğur Mumcu, Bahriye Üçok, Muammer Aksoy ve daha birçok aydınımızı faili meçhul cinayetlerde yitirdik.
Sorumluluklarımızın en önemlisi, bu cinayetleri unutturmamak ve faillerini hangi süreçte olursa olsun yargı önüne çıkartıp hesap vermelerini sağlamaktır. Bunun için de, bu konuda kararlılığını yitirmeyen kitlelerin dimdik ayakta durması lazım.
Ancak, AKP süreci, bütün bunları neredeyse unutturdu. Unutmayanlar ise ısrarla sorumluları arayıştan vazgeçmiyor.
Ama, çok önemli bir farkla. Bu arayış, o dönemin gençleri olan şimdinin orta yaş ve yaşlı kuşağınca sürdürülüyor. Genç kuşaklar, bu arayışa nedense ilgisiz. Kaldı ki, arayışı sürdürenlerin yetiştirdiği genç kuşaklar bile bu ısrar konusunda duyarsız.
Bu durum mutlaka tersine döndürülmeli ve tarih karşısında sorumluluğu olanların hesap vermesi sağlanmalıdır. Aksi halde, ülkenin üzerine kabus gibi çöken karanlık dağıtılamaz.
İşte sorumluluğumuzu bu ölçekte yerine getirmek için sorgulayan gençleşmeyi de mutlaka sağlamalıyız…
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.