DELİLİĞİN SENFONİSİ... YAŞASIN DELİLİK...!
Ben yazılarımı genellikle sokakta ya bir kahvede ya da bir kafede yazarım.
Notlarımı tamamladım, ne yazacağıma karar verdim.
Sakin bir ortam bulmak için üç dört kahveye, kafeye girdim çıktım.
Sakin bir yer yok.
İnsanlar kavga eder gibi konuşuyorlar.
Konuştukları konular bilinen, devletin istediği; ırkçılıkla, futbolla ya da sulu sepken belden aşağıya kadını aşağılayan erkeğin güçlülüğünü ıspatlayan konular.
Diyecek bir şey yok, aslında çok şey var ama herkes bildiğini konuşur.
Bizim insanımızın da bildiği böyle şeyler.
Devletin istediği bu çünkü.
Kolay yönetiyor, taktik kapitalist devlet mantığı.
Böyle devletler önce halkı aç, yoksul, cahil eder sonra yönetir.
Ben hasta bir adamım.
İçim öfkeyle dolu, çekilmez bir adamım, karaciğerimden hastayım ama doktora gitmiyorum.
Dostoyevski, kendisini yer altından notlar isimli eserinde böyle tanıtır.
Bu sözlerle tanıdım ben Dostoyevski’yi.
İnsana çelişkili gibi geliyor ama değil.
Çünkü insanın en büyük gerçeği çelişkidir.
Çelişki olmadan insan düşünemez, doğru karar alamaz, kendisini geliştiremez, insanlaşamaz.
Beynimizde bazan iki zıt düşünce yan yana durur.
Bir duygu durup dururken yerini kendine zıt başka bir duyguya bırakır.
Dostoyevski Dünya’nın büyük bir keyifli okuduğu romanlarını böyle çelişkili gibi görünen o dahiyane yeteneği ile yazmıştır.
İnsanı çelişkiler oluşturur.
Tolstoy çelişkileri yüzünden 50 yıllık eşini servetini ve çocuklarını bırakıp evinden kaçtı.
Eşlerinin seslerini duyup ölüm döşeğinden kalkanların gizemliliği bu çelişkileri yüzündendir.
Ernest Hemingway “artık yazamayacağım” çelişkisine düştü ve intihar etti.
Bu duruma delilik de diyebiliriz.
19. yüzyıl bilim-edebiyat-sanat-demokrasinin en çok geliştiği çağ olarak kabul edilir.
Aynı çağ çelişkili gibi görünse de tımarhaneler çağı olarak kabul edilir.
Çağların içinde en çok tımarhane bu çağda yapılmıştır.
Delileri satın alamazsınız, kullanamazsınız, kandıramazsınız onlar ya resim yaparlar ya kitap yazarlar, ya şiir yazarlar ya da mitinglere karışır devleti protesto ederler.
Önce ailem, arkadaşlarım, köylülerim ve öğretmenlerim ne anladılarsa deli dediler bana.
Askerliğimde koca alayda bile adım deliye çıkmıştı.
Benden hep adam olmamı istediler “adam olmak” nasıl birşeyse!
Tabi bu insanların istediği adam olamadım ben elbette ölene kadar da olamayacağım.
Deli deyip geçmeyin, hatırımdan hiç çıkmadı.
Mardin’in Derik ilçesi delilerinden (Hato) ölünce tüm Güneydoğu illerinden insanlar gelmişti cenazesine.
Türkiye tarihinde o güne kadar böyle bir cenaze mearisim görülmemiştir. (Çıkarsız, menfaatsiz insanlar deriz de tek heykel var o da, Hato’nun heykelidir.)
İnsanlar benim heykelimi de Gebze’ye ya da Ardahan’a diker.
Dostlarım,
Dünyanın her yerinde deliler Hato gibi ayrıcalıklıdırlar.
Bizde bir sürü devlet adamı öldü, biri bile söylenmiyor ama Neyzen Tevfik ve Mashar Osman dillerde.
Dostlardır gönüllerimizin güzel gülleri. Türkiye’nin Diyojenleridir onlar.
Söz delilikten açılmışken, Dostoyevski’den söz etmemek yakışık almaz.
Söz sukün bulmaz.
Üstad dillerin şahıdır.
1886 yıllarının Rus halkı bu dahi deli öldüğü günde öyle bir cenaze merasimi düzenler ki, bir hafta Rusya’da Dostoyevski’nin yattığı mezarlık insan akınına uğradı.
İnsanlık tarihinde ilk defa 40 bin insan yürekleriyle, ruhlarıyla birbirlerine bağlandılar.
İnsanlık, bugün hala o günlerin nostaljisini yaşıyor.
Hani nerede dünyayı ateşe veren, insanlığı katleden, Hitler, Mussolini, Sezar, Çar Nikola nerde diktatörler?
İnsanlığın vicdanında hep lanetle yargılanacaklardır.
Bütün diktatörler kendi döktükleri kanda boğulmuşlardır.
İnsanlığın ilerleme tekerini hiç bir diktatörün geri döndürmeye gücü ve ömrü yetmemiştir!..
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.