Üniversite öğrencisi pırıl pırıl bir genç kızın vahşice katledilmesinin ardından yazı yazmak hiç de kolay değil. O yüzden başlarken söylemeliyim biraz zorlanacağım. Ama, bu alçak katilin hak ettiği cezaya çarptırılması ve onu yetiştiren düzenin değiştirilmesi için zorunluluklara da katlanmak gereğinin bilincindeyim.
Evet, Özgecan Aslan’ın vahşice öldürülmesinden herkes gibi ben de çok üst düzeyde etkilendim. Çünkü, insanım ve yanı sıra bir de kızım var. O yüzden, yaram çok derin.
Ne istemişlerdi Özgecan’dan ?
Özgecan, normal bir insanın kullandığı haklardan birini kullanıp geç saatte de olsa evine dönmenin uğraşı içindeyken katlediliyor.
O yüzden, katledene bir bakmak lazım…
Nasıl yetiştirilmiş, hangi kültürle bezenmiş, ne eğitim almış ve ne işlerle uğraşmış. Bunlar çok önemli, çünkü, işlenen vahşi cinayetin altında eksikleriyle oluşmuş bir kimlik var. Bu nedenle, insan kimliği pek yakışmasa da, fiziksel varlığı dolayısıyla o kimliği ölene dek taşıyacak.
Bu cinayet, toplumda infial uyandırdı doğal olarak. Münevver Karabulut cinayeti sonrasında da benzer manzaralar oluşmuş ama toplumsal sorumlulukları olanlar, gerekli düzenlemeleri ne yazık ki yine yapmamıştı.
İşte, buna dikkat çeken, şimdilerde hukukçular oldu.
Kocaeli Barosu Kadın Hakları Merkezi sözcüsü Av. Didem Turan, yaptığı açıklamada, “Erkek şiddetinin hız kesmediği Türkiye’de yürürlükteki yasalara rağmen hemen her gün en az bir kadın cinayeti ile karşı karşıyayız. Şiddete maruz kalan kadınlar için Avrupa Konseyi İstanbul Sözleşmesi yürürlüğe girdi. Ancak gerek İstanbul Sözleşmesi gerekse Ailenin Korunması ve Kadına Karşı şiddetin önlenmesine karşı çıkarılan kanunun uygulanmasında yaşanan sıkıntılar nedeniyle erkek şiddetinin önüne geçilmiyor” diyordu.
Evet, yasalar gerektiği gibi uygulanmadığı, bu tip cinayetleri işleyenler ‘’iyi hal’’ ya da ‘’infaz düzenlemesi’’ gibi uygulamalar yüzünden hak ettiğinin çok altında cezalar aldığı için sorun katlanarak büyümüştür. Yani, caydırıcılığı ortadan kalkan yasalar doğal olarak uygulanamaz hale geliyor.
Bu durumun canileri nasıl cesaretlendirdiğini anlamak için Av. Turan’ın verdiği bazı rakamlara bakmak bile yeterli.
Erkek şiddeti sonucu, 2013 yılında 214 kadın, 2014 yılında ise 281 kadın öldü.
Önleyici tedbir kararına rağmen kadınların yüzde 8.7’si cinayetlere kurban gitti. Yüzde 13’ü ise boşanmak istedikleri için öldürüldü.
Daha ne olsun ki ?
Yukarıdaki düşüncelerimi yazarken gerçekten zorlandım. Ama, zorlandığım tek konu bu değil elbette.
Mesela, Birleşik Haziran Hareketi’nin Gebze’deki katılımcılarından Buğra Aydoğdu’nun, Cumhurbaşkanı’na hakaret iddiasıyla sabah saatlerinde evi basılarak gözaltına alınması ve ardından da tutuklanmasını değerlendirmekte de zorlandım.
Buğra ne yapmıştı ?
Laik ve bilimsel eğitim için yapılan boykot çağrısına katılmış ve ardından ‘’Cumhurbaşkanı Erdoğan’a hakaret etme’’ iddiasıyla gözaltına alınmıştı.
Aylardır sokaklarda atılan bu slogan dolayısıyla daha önce yargılanan çok sayıda kişi hakkında, ‘’slogan eleştiri sınırlarını aşmıyor’’ gerekçesiyle beraat kararları çıktı. Bağımsız mahkemelerin bu yöndeki kararlarına rağmen yapılan polis operasyonunda gözaltına alınanlar, AKP’nin baskıcı zihniyetine teslim olmuş hukukçu anlayışı dolayısıyla tutuklanıp cezaevine konuluyor.
Hangisi doğru sizce ?
Aynı gerekçeyle çok sayıda insan hakkında beraat kararları çıkıyor. Ama bir grup insan da tutuklanarak cezaya çarptırılıyor.
Bu konuyu yazarken de zorlanacağımı biliyordum. Ne yapalım, biz düşen de burada zorlanmak oluyor.