ZAMANI YANINA ALAN CÜMLELER

Dilek ALP

Küresel efendilere rağmen
bugün de uyandım
hala insani kırıntılar var içimde,
geçmişte biriktirdiğim, geleceğe taşıyacağım...

Dulce Pontes'in bu fadosu (Portekiz halk müziği) bende bir nevi yakın geçmiş hatıralarımdan birine tekrar dönüş yaşattı;
 

Gökyüzü bazen mesajı gözüne sokmak için farklı yollar kullanır ve biz buna ısrarla tesadüf deriz...
 

Yıl 2007, Tejo Nehri’nin Atlantik Okyanusu'na döküldüğü noktada Portekiz Lizbon'da mahalle kahvesi, fonda bu şarkı mırıl mırıl... Müşterisi henüz kalkmış karışık masa, kirli kahve fincanları, tabakta kalmış pasteis de belem (içi kremalı, dışı çıtır çıtır milföylü geleneksel tatlıları), buruşuk bir peçete ve üzerinde belli ki yeni karalanmış bir cümle;

"Amor louco quando você chama, seguiu-o sem medo, embora estradas íngremes e acidentadas."

Karşı duramadığım merakımla bu peçeteyi gizlice ve utanarak sakladım garsondan. Çalan şarkıyı inanılmaz bir etki altında dinlediğimi hatırlıyorum. Oturduğum yerin karşısında sevimli bir kitapçıya uğradım kahvem bitince, dükkân sahibi kadınla sohbetimiz ilerlediğinde ona peçeteyi gösterdim ve tercüme etmesini rica ettim.

Halil Cibran’ın bir sözü olduğunu söyledi ve ekledi:

"Aşk delice seni çağırdığında, onu korkmadan takip et, yolları sarp ve dik olsa dahi..."

*

Yıl 2016'nın son günleri İstanbul'da gösterişli bir kitapçının önünden geçerken vitrinde Halil Cibran'ın şık ciltli bir kitabını gördüm, süzüldüm içeri. Hipnotize olmuş bir şekilde raftaki kitabı aldım ve gayri ihtiyarı bir sayfa açtım;


Aşka Dair
Sayfa 177,

 

Aşk sizi çağırdığı zaman, onu izleyin,

Yolları zorlu ve dik olsa da

Kanatları sizi sardığı zaman, ona teslim olun,

Tüyleri arasına gizlenmiş kılıç sizi yaralayacak olsa da.

Ve aşk sizinle konuştuğu zaman, ona inanın,

Bahçeyi tarumar eden kuzey rüzgârı gibi darmadağın etse de düşlerinizi sesiyle.

Çünkü aşk hem taç olur başınıza hem çarmıha gerer sizi.

Hem besler büyütür hem de budar.

Yücelerinize tırmanıp okşar sever güneşte titreyen en körpe dallarınızı

İnip sonra aşağı, sarsar toprağa tutunmuş köklerinizi.

Mısır demetleri gibi derer aşk sizi.

Harman yerinde dövüp çırılçıplak bırakır.

Kabuklarınızı elemek için kalburdan geçirir.

Apak edinceye kadar öğütür sizi.

Yumuşayana kadar yoğurur;

Ve sonra sizi atar kutsal ateşine,

Tanrının kutsal şölenine kutsal ekmek olasınız diye.

*

Kelimelerin gücünü bilen siz, defalarca yazdınız, sildiniz, okudunuz, tekrar yazdınız ve yine sildiniz. Sonunda buruşturup attınız. Buruşuk kâğıtlardan kitaplarınızın kenarındaki küçük boşluklara aldığınız notlara kadar, tüm bu karalamalarla edebi bir karmaşa yarattınız.

Nerede olursanız olun yanınızda kâğıt ve kalem ya da dijital bir yazı malzemesi olsun, sizin için konfor alanınızda hissedersiniz. Bazı insanlar bunun garip ve abartılı olduğunu düşünebilir ama size göre bu, tam da olduğun gibi… 'A' ve 'B' harfleri arasındaki farkı öğrendiğinizden beri, konuşmaktansa yazmayı tercih edenlerdensiniz.

Aslında siz doğumunuzdan beri;

Kelime biriktiricisiniz; yanınızda bir not defteri olmadan kitap okuyamazsınız. Bunun nedeni, sadece mantıklı bir şey okuyacağınız hissine sahip olmanızdır. Bu nedenle kâğıt mendilinizin üzerinde “Bunu unutmak istemiyorum” şeklinde bir sürü not iliştirirsiniz.

Macerayı seversiniz; sözlerinizle resim yaratmanın heyecanını istersiniz.

Okumaya tutkulusunuz; sizin için bir kitaba burnunu sokmak eğlence tanımınızdır. Bir kitabı ödünç vermek zordur çünkü aklınızdan geçen tek şey, “ya ​​geri getirmezse?”

Konuşmaktansa yazmayı tercih edersiniz; düzenli olarak duygularınızı yazarak ifade edersiniz. Konuşarak anlatamadığınızı yazarak anlatabileceğinizi düşünürsünüz.

İyi yazıyı gördüğünüzde hemen anlarsınız; bazen bir cümleyi ve paragrafı ne yazıldığı için değil, nasıl yazıldığı için tekrar tekrar okursunuz. Hayran olursunuz.

İnsanlar hakkında kuvvetli gözlemler yaparsınız; sessizce insanların hareketlerini izlersiniz. Diğer zamanlarda, kimsenin dikkatini çekmeyen detayları yakalarsınız.

Her deneyimi bir altın madeni olarak görürsünüz; size göre hiçbir şey israf değildir. İster yağmurda ıslanın,  ister kaktüsünüz çiçek açsın, sizin için yazılacak bir şeydir. Başkaları belirli olaylardan dolayı morali bozuk olsa da, sizin için sadece günlüğünüze eklenecek ekstra bir konudur.

Günlüklerinize ayakkabılardan daha çok değer verirsiniz; eski ayakkabılarınızı atabilir ve hatta yeni ayakkabılarınızı bağışlayabilirsiniz, ama günlükleriniz? Asla! İkinci hayatınızda bile değil.

Yazmayı bir tedavi biçimi olarak görürsünüz; sizin için kelimeleri kâğıda dökmek terapidir. Günler bir şeyler yazmadan geçerse, senin için eksiktir…  

Çevrenizi merak edersiniz; duyarlılığınız zirvededir. Bazen başkalarının gözünden kaçan şeylere ve nesnelere ilgi duyarsınız.

Düşüncelerinizi dinlemeyi seviyorsunuz; düşünmek size doğal gelir. Diğerleri mümkün olduğunca bundan kaçınmaya çalışırken, siz onu benimsiyorsunuz.

Her iltifata değer veriyorsunuz; insanlar seni övdüğünde gurur duymazsın ama yapan insanlara hayran olursun. Ne zaman biri sana ne kadar harika bir yazar olduğunu söylese, o anı kafanda birkaç kez tekrarlar, övgü aldığın parçaya geri döner ve iltifatın nedenini bulmaya çalışıyormuş gibi tekrar tekrar okuyorsun. Bu sizi daha da fazla yazmaya iter.

Daha iyi olabileceğine inanıyorsunuz; ne zaman senden daha iyi yazan birini görsen, içinde bir şeyler uyanır. “O böyle yazabiliyorsa, ben de yapabilirim”.

Yazmayı asla bırakamazsınız; ne kadar zorlu bir işe sahip olsanız bile, her zaman bir şeyler yazmak için zaman bulursunuz. Bu dünyadaki her şeyinizi kaybetseniz bile, alacağınız ilk şeylerden biri bir kalem kâğıt ve kitap olacaktır.

Tüm bunlara rağmen yazma yeteneğinizden şüphe duymanız çok normaldir. Amerikalı yazar ve senarist Stephen King bile bir zamanlar berbat bir yazar olduğunu düşünmüştü. Yine de en iyi romanlardan bazılarını o dönemlerde yazdı ve hala yazıyor!  

Hayran olduğum Japon yazar Haruki Murakami’nin “Mesleğim Yazarlık” adlı kitabında;
Sonraki kuşaklara kalacak olan şey sadece yazılarınız ve eserlerinizdir, aldığınız ödüller değil.” der. Belki de yürekten beslendiğim bir düşünce olmasından sebep bulduğum her kâğıt parçasına hevesli notlar almam ve evrenin her zerresine kelimelerimi saçmaya çalışmam, ısrarla kendi tesadüflerimi yaratmak içindir…